HOŞGELDİNİZ

Aradığınız konularda size yardımcı olabildiysem ne mutlu

Bu Blogda Ara

ANLATIMLAR (KONULAR)

.EVLİYA ÇELEBİ

Seyahatnamesi ile ünlü Türk yazarı ve seyyah’ıdır. 25 Mart 1611 yılında İstanbul Unkapanı’nda doğmuştur. Aslen Kütahya’lı olan ailesi İstanbul’un fethinden sonra İstanbul’a yerleşmiştir. Babası,  Saray Kuyumcubaşısı Derviş Mehmet Zîlli Efendi’dir. Dönemin büyük imamlarından Evliya Mehmet Efendi’ye duyduğu hürmetten dolayı oğluna “Evliya“ adını vermiştir.
7.1.1.EĞİTİMİ
İlköğrenimini Sıbyan Mektebi’nde yapan Evliya Çelebi, daha sonra Unkapanı’nda Fil Yokuşu’ndaki Hamid Efendi Medresesi’nde 7 yıl eğitim görmüştür. Bu arada Sadizade Darülkurrası’na giderek Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiştir. Babasından da zamanın güzel sanatlarından olan kuyumculuk, hat, nakış ve tezhib öğrenmiştir. Daha sonra Enderun Mektebi’nde öğrenimine devam etmiştir. Burada Göğümbaşı Mehmet Efendi’den “yazı”, Müsaahip Derviş Ömer Gülşeni’den “musiki”, Keçi Mehmet Efendi’den “Arapça”, babasının dostu olan ve kendisine Evliya adını veren Evliya Mehmet Efendi’ den de “tecvid” dersleri almıştır.
7.1.2SEYAHAT MÜJDESİ
Evliya Çelebi 19 yaşında seyahat etmek, yeryüzünde yaşayan çeşitli toplulukları, kurulan medeniyetleri, mimari eserleri tanıma arzusuna düşmüştür. Buna hepsi babasının güngörmüş bir kişi olması,  hepsi hoş sohbet insanlar olan babasının arkadaşlarının anlattığı şeyler zaten insanları ve yeryüzünü tanımaya meraklı olan Evliya Çelebi’yi gezip görmeye ve tanımaya heveslendirmiştir.
Bir süre bu fikri nasıl gerçekleştirebileceğini düşünen Evliya Çelebi, 19 Ağustos 1630 Aşure gecesi rüyasında Yemiş İskelesi’ndeki Ahi Çelebi Camii’nde kalabalık bir cemaat arasında Peygamber efendimizi (S.A.V) görmüş, huzuruna varınca “Şefaat ya Resulallah” diyecekken heyecanla “Seyahat ya Resulallah” demiştir. Peygamber efendimiz (S.A.V) de tebessüm buyurup, Evliya Çelebi’ye hem
Şefaatini müjdelemiş hem de seyahati ihsan etmiş ve gezip gördüğü yerleri yazmasını tavsiye etmiştir.
Uykudan uyanınca ilk iş olarak rüyasını dönemin meşhur yorumcularından, Kasım Paşa Mevlevihanesi Şeyhi Abdullah Dede’ye anlatır. Dede, bu parlak rüyayı güzelce yorumladıktan sonra; “iptida, bizim İstanbul’cağızı tahrir eyle” tavsiyesinde bulunur.
7.1.3.GEZDİĞİ YERLER
Bu rüya üzerine Evliya Çelebi 1630 yılında İstanbul ve çevresindeki gezilerine başlamıştır.1635 yılında Ayasofya’da IV. Murat’ın huzuruna çıkarılmış ve kendisine Has Kiler’de görev verilmiştir. Saray’ da 4 yıl kaldıktan sonra 40 akça maaş ile Sipahiler zümresine girmiştir. Bundan sonra meşhur seyahatlerine başlamış ve ünlü yazar, seyyah böylelikle doğmuştur.
Öncelikle 1640 yılında kısa bir Bursa ve İzmit seyahati yapmıştır. Daha sonra babasının oğulluğu olan ve Trabzon valiliğine atanan Ketenci Ömer Paşa ile birlikte Trabzon’a gitmiştir.
1641 yılında Azak kalesinin Rus kazaklarından geri alınması için Hüseyin Paşa kumandasında yapılan sefere katılmıştır.
1645 yılında Girit seferine çıkan Yusuf Paşa kumandasındaki ordu ile Hanya’nın fethinde bulunmuştur.
 1646 yılında Erzurum Beylerbeyi Defterzâde Mehmet Paşa’ya müezzin ve Erzurum gümrük katipliğine atanmış olarak onunla Anadolu’nun birçok  şehir, kasaba ve köylerinde konaklayarak  Erzurum’a gitmiştir.
Tebriz Hanı’nın elçisine yoldaşlık ederek Azerbaycan ve Gürcistan’ın bazı yerlerini görmüştür. Bir dönem Revan Hanı’na mektup götürüp getirmekle görevlendirilmiştir, bu sebeple Gümüşhane ve Tortum yörelerini dolaşmıştır.
1648 yılında Şam Beylerbeyi Mustafa Paşa ile Şam’a gitmiştir ve Paşa’nın verdiği görevler nedeniyle Suriye ve Filistin’in birçok yerini görmüştür. Mustafa Paşa’nın Sivas’a atanmasıyla onunla beraber Sivas’a gitmiş, vergi toplamak için Orta ve Doğu Anadolu’nun birçok yerini gezmiştir.
1651 yılından sonra Rumeli’yi dolaşmaya başlamış ve bir süre Sofya’da bulunmuştur.
1667-1670 tarihleri arasında Avusturya, Arnavutluk, Taselya, Kandiye ve Selanik yörelerini gezmiştir.
21 Mayıs 1671 tarihinde Hacca gitmeye karar vermiştir. Henüz görmediği Sakız, Sisam, İstanköy, Rodos adalarını; Adana, Maraş ve Kilis taraflarını da gezmiş, daha sonrada hacı kafilesiyle hacca gitmiştir. Hac’dan sonra Mısır hacılarına katılarak Mısır’a gitmiştir. Mısır’da 8-9 yıl kalmıştır, bu sırada Mısır, Sudan ve Kuzey Habeşistan’ı gezmiştir. Evliya Çelebi’nin bu gezi süresi 50 yıl sürmüştür ve önemli bir edebiyat eseri olan Seyahatname’yi yazmıştır. Ölüm tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 1682 tarihinde Mısır’dan dönerken yolda ya da İstanbul’da öldüğü sanılmaktadır.
7.2.SEYAHATNAME
Evliya Çelebi gerek padişahlar, gerekse diğer devlet adamlarıyla yakın dostluklar kurmasına  rağmen hiçbir zaman  makam ve mevki hırsına kapılmamıştır. O ömrünü gezip görmeye, yeni insanlar ve beldeler tanımaya, onlar hakkında bilgiler edinmeye adamıştır. Bu yüzden kendisinden sonrakilere büyük bir hazine olarak bıraktığı Seyahatname’yi yazmıştır. Seyahatname esas olarak coğrafya bilgisi vermekle beraber tarih, etnografya, folklor, yollar, binalar, kültür ve dil bakımından da oldukça önemlidir. Evliya Çelebi zamanında bulunan fakat günümüzde bulunmayan köyler, kasabalar, camiler, mezarlar hakkında önemli bir kaynak değeri taşır. Seyahatname 10 ciltten oluşmaktadır. Beş ayrı yazma nüshası vardır.
Eserin birinci cildinde; İstanbul’un tarihi, kuşatılması ve fethi, İstanbul’daki mübarek makamlar, camiler, Sultan Süleyman Kanunnamesi, konak, kervansaray, hamamlar, Fatih Sultan Mehmet zamanından itibaren yetişen vezirler, alimler, nişancılar, İstanbul esnafı ve sanatkarları yer almaktadır.
İkinci ciltte; Mudanya ve Bursa, Osmanlı devletinin kuruluşu, İstanbul’un  fethinden önceki Osmanlı sultanları, Bursa‘nın alimleri, vezirleri ve şairleri, Trabzon ve havalisi, Gürcistan dolayları anlatılmaktadır.
Üçüncü ciltte; Üsküdar’dan Şam’a kadar yol boyunca bütün şehir ve kasabalar, Niğbolu, Silistre, Filibe, Edirne, Sofya ve Şumnu hakkında geniş bilgiler yer almaktadır.
Dördüncü ciltte; İstanbul’dan Van’a kadar yol üzerindeki bütün şehir ve kasabalar, Evliya Çelebi’nin elçi olarak İran’a gidişi, İran ve Irak hakkında bilgiler vardır.
Beşinci ciltte; Tokat sonra Rumeli, Sarıkamış’tan Avrupa’ya kadar çeşitli ülke ve eyaletler anlatılmıştır.
Altıncı ciltte; Macaristan ve Almanya; yedinci ciltte Avusturya, Kırım, Dağıstan, Çerkezistan, Kıpçak diyarı; sekizinci ciltte; Kırım ve Girit olayları, Selanik ve Rumeli’deki hadiseler; dokuzuncu ciltte; İstanbul’dan Mekke ve Medine’ye kadar yol üzerindeki bütün şehir ve kasabalar, evliya menkıbeleri ile Mekke ve Medine hakkında geniş bilgiler; onuncu ciltte ise Mısır ve havalisi yer almaktadır.
7.2.1.SEYAHATNAME’NİN ÖZELLİKLERİ
Evliya Çelebi 50 yılı kapsayan bir zaman dilimi içinde gezdiği yerlerde toplumların yaşama düzenini ve özelliklerini yansıtan gözlemler yapmıştır. Bu geziler yalnız gözlemlere dayalı aktarmaları, anlatıları içermez, araştırıcılar için önemli inceleme ve yorumlara da olanak sağlar. Seyahatname’nin içerdiği konular, belli bir çalışma alanını değil, insanla ilgili olan her şeyi kapsar.
Üslup bakımından ele alındığında, Evliya Çelebi’nin, o dönemdeki Osmanlı toplumunda, özellikle Divan edebiyatında yaygın olan düzyazıya bağlı kalmadığı; daha çok kolay söylenip yazılan bir dil benimsediği görülür. Bu dil akıcı, sürükleyici, yer yer  eğlenceli ve alaycıdır.
Evliya Çelebi gezdiği yerlerde gördüklerini, duyduklarını yalnız aktarmakla kalmamış, onlara kendi öznel yorumlarını, düşüncelerini de katarak gezi yazısına yeni bir içerik kazandırmıştır. Burada yazarın anlatım bakımından gösterdiği başarı uyguladığı yazma yönteminden kaynaklanmaktadır. Anlatım belli bir zaman süresiyle sınırlanmaz, geçmişle gelecek, şimdiki zamanla geçmiş iç içedir. Bu özellik anlatılan öykülerden, söylencelerden dolayı yazarın zamanla istediği gibi oynaması sonucudur.
Evliya Çelebi belli bir süre içinde, özdeş zamanda geçen iki olayı, yerinde görmüş gibi anlatır, böylece zaman kavramını ortadan kaldırmıştır. Seyahatname’de yazarın gezdiği, gördüğü yerlerle ilgili izlenimler sergilenirken, başlı başına birer araştırma konusu olabilecek bilgiler, belgeler ortaya konur. Bunlar arasında öyküler, türküler, masal, mani, ağız ayrılıkları, halk oyunları, giyim kuşam, düğün, eğlence, inançlar, komşuluk bağları, toplumsal davranışlar, sanat ve zanaat varlıkları önemli yer tutar.
 Evliya Çelebi insanlarla ilgili bilgilerin yanında yörenin evlerinden, cami, mescid, çeşme, han, saray, konak, hamam, kilise, manastır, kule, kale, sur, yol gibi değişik yapılardan da söz eder. Bunların yapılış yıllarını, onarımlarını, yapanı, yaptıranı ve onaranı anlatır. Yapının çevresinden, çevrenin havasından suyundan söz eder. Böylece konuya bir canlılık getirerek çevreyle bütünlük kazandırır. Seyahatname’nin bir özelliği de değişik yöre insanlarının yaşama biçimlerine, davranışlarına, tarımla ilgili çalışmalarından, süs takılarına, çalgılarına kadar ayrıntılarıyla  geniş yer verilmiş olmasıdır. Eserin bazı bölümlerinde, gezilen bölgenin yönetiminden, eski ailelerinden, ileri gelen kişilerinden, şairlerinden, oyuncularından, çeşitli kademelerindeki görevlilerden ayrıntılı biçimde söz edilir.
7.2.2.SEYAHATNAME’ DEN SEÇMELER
7.2.2.1.Viyana’da Bir Hastanın Ameliyatı
Viyana’da bir hastanın şakağına mermi girmişti. Doktor ve yardımcısı bu mermiyi çıkarmak için ameliyata başladılar. Ben de izin istedim ve sessizce onları izledim. Doktor öncelik le hastanın alnının ortasından başlamak üzere baştaki deriyi iki tarafa doğru soydu. Ardından başının yan tarafından bir delik açtı. Sonra bir demir parçasıyla kafatasını kaktırarak ayırdı. Kafatasının tam ortası keserin dişleri gibi birbirine geç miş olduğu için tam ortadan ikiye bölündü. Ben hastaya da ha yakından bakmak için yaklaştım, bu arada mendille ağzı mı kapattım. Doktor bana niçin ağzını bu şekilde kapattın de yince: “Belki hapşırırım ve hastaya zarar verebilirim.” deyin ce doktor: “Sen doktor olmalıymışsın.” dedi. Ardından dok tor kurşunu çıkardı, kurşunun yerini de bir süngerle temizle di. Sonra da kemikleri eskisi gibi birleştirdi. Deriyi de kapattı. Ardından yüzlerce iri at karıncası getirdiler. Doktor karıncaları tek tek derinin bitiştiği yerlere yaklaştırıyordu. Karınca bu bi tişen deriyi ısırır ısırmaz, doktor karıncayı belinden kesiyordu. Böylece deriyi baştan başa kapattılar. Birkaç hafta sonra adam iyileşti, karınca parçaları da kendiliğinden döküldü.
7.2.2.2.Erzurum’un Soğuğu
Halkın ağzında şöyle bir fıkra vardır: Bir dervişe “Nere den geliyorsun?” demişler. O da “Kar rahmetinden geliyo rum.” demiş. Bunun üzerine “O ne diyardır?” demişler. Der viş “Soğuktan insana zulüm olan Erzurum’ dur.” demiş. “Ora da yaz olduğuna rast geldin mi?” demişler. Derviş “Vallahi 11 ay, 29 gün sakin oldum. Halk hep yaz gelecek dedi. Ben göremedim.” demiş. Bir diğer fıkra da şudur: Kedinin biri kara kışta bir dam dan diğer dama sıçrarken havada donup kalmış. Sekiz ay sonra don çözülünce miyavlayarak yere düşmüş. Gerçekten de bir adamın eli yaş iken bir demir parçasına yapışsa derhâl donar. Elini demirden koparmak ihtimali ol maz. Ancak bir miktar derisi yüzülerek demirden kurtulabilir.
7.2.2.3.İstanbul Hastaneleri’nden Fatih Hastanesi
70 oda, 80 kubbe ve 200 memuru vardır. İpek altın işle meli, bürümcük gecelikleri vardır. Birisi hasta olsa hastaneye götürüp ona bakarlar ve ilaç verirler. Günde iki defa türlü türlü güzel yemekler verilir. Vakıf kuralları öylesine sağlamdır ki şöyle denilmiştir: “Eğer mutfakta keklik, turaç ve sülün kuş larının eti bulunmazsa bülbül, serçe ve güvercin pişirilip has talara bol bol verilsin.” diye yazılıdır. Hastanelerde, akıl has­talarının hastalıklarının geçmesi için müzikçiler ve okuyucular tayin edilmiştir
2.2.4.İstanbul’daki Marifet Sahibi Üstadlar
2.2.4.1.Hezarfen Ahmed Çelebi
Önce Ok Meydanı’nın minberi üzerinde, rüzgârın sert ol duğu sırada kartal kanatlarıyla sekiz dokuz kere havada uça rak talim etmiştir. Sonra Murad Han, Sarayburnu’ndaki Sinan Paşa Köşkü’nde boğazı seyrederken Galata Kulesi’nin ta tepe sinden lodos rüzgârıyla uçarak Üsküdar’a kadar uçabilmiştir.
2.2.4.2.Lagarı Hasan Çelebi ve Bir Nükte
Murad Han’ın kızı dünyaya geldiği gece kurban keserek bayram ettiler. Bu Lagarı, elli okka barut macunundan yedi kollu bir fişek yaptı. Sarayburnu’nda hünkarın huzurunda fi şeğe bindi. Çırakları fişeği ateşlediler. Lagarı: Padişahım Allah’a ısmarladık! İsa Peygamberle konuşmaya gidiyorum, diyerek göğe yükseldi. Yanında olan fişekleri ateşleyip deniz yüzünü aydınlattı. En yukarı çıkıp da barutu bitince kartal kanatlarını açıp denize indi. Oradan yüzerek padişahın huzuruna geldi ve: “Padişahım İsa Pey gamber size selam söyledi.” diye şakaya başladı.


2.2.5.İstanbul Beyanındadır
Bu şehri Hazret-i Süleyman’ın kurduğu söylenir. Ayrıca Türklerin bu şehri almaları yüce Kur’an’daki “Kutlu Belde” tamlamasıyla anlatılır. Sözün kısası Türk gümbürtüsü, Türk görkemi, Türk vel velesi, Türk debdebesi ve Türk’ün zaferi olan bu beldenin yeryüzünde bir benzeri yoktur. Yunan ve öteki tarihçelerin İstanbul’ un kuruluşunda söz birliği ettikleri hikaye şöyledir. Hazret-i Peygamber’in doğumundan 1600 yıl önce Haz ret-i Süleyman, insanlara, cirilere, kuşlara, vahşi hayvanlara ve rüzgara hükmederken, bir padişah ona isyan etti. Hazret-i Süleyman bu padişahın ülkesine varıp, onu tutsak etti. Ancak bu padişahın periler kadar güzel bir kızı vardı. Dul olan Süleyman Nebi padişahın kızıyla evlenince onu Rum il lerine getirdi. Kız, şeytanın aldatmasıyla durmadan ağlamak ta idi. Süleyman Peygamber eşinin ağlamasının ve kederinin nedenini sorunca: “Ya Eminallah! Dilerim ki benim için bura da büyük bir saray yaptırırsın, ben de geri kalan ömrümü orada daima ibadetle geçiririm.” diyerek ricada bulundu. Hazret-i Süleyman uzun araştırmalardan sonra İstanbul top rağına geldi. Şimdi Hünkar Bahçesi denilen Sarayburnu’na gelip orada ocağını kurdu, bir gecede su ve havasının güzel liğine vuruldu. Orada da büyük bir saray ve rengarenk bah çeler içinde köşkler yaptırdı. Daha sonra da İstanbul için şöyle bir duada bulundu: “Bu şehir cihan yıkılıncaya değin bakımlı ve onarımlı kalsın.”

Hiç yorum yok: