HOŞGELDİNİZ

Aradığınız konularda size yardımcı olabildiysem ne mutlu

Bu Blogda Ara

16 Ekim 2010 Cumartesi

TÜRK HALK ÇALGILARI

ÇALGI VE TÜRK HALK ÇALGILARININ TARİHSEL GELİŞİMİ
İnsanlık tarihi boyunca toplum birlikteliği açısından da önemli bir işlev yüklenen çalgılar, onları kullanan insan topluluklarının müzikal yapılarına, yaşam tarzlarına ve kültürel özelliklerine özgü biçimler alarak çeşitlenmişlerdir.
Tarihi yüzlerce değil, bin yıllarla ölçülen bir milletiz biz Türkler. Tarihimizde neler yoktur ki! Şöyle bir geriye dönüpte tarihimize dikkatli bir çift gözle bakarsak, her şeyi bulmamız mümkündür elbet. Tarihi değiştiren olaylar mı, kişiler mi, komutanlar mı, icatlar mı? Hepsi elbet! Tarihi bu kadar dolu dolu olan bir milletin müzik konusunda geri kalması mümkün mü hiç? Tabiki hayır! Türklerin tarih boyunca kullandığı ve hala da kültürümüzde geniş yer tutan çalgılarımızın, Türk folklorunda; ayrılmaz bir parça olarak görülen halk müziklerimizde ve halk oyunlarımızdaki rolü çok büyüktür.
Çalgı bilgisi olan organoloji, insan tarafından ses elde etmek için yapılan bütün alet ve aygıtları çalgı olarak kabul eder. Alman Organologist Alexander Büchner çalgı nedir sorusuna hem daha süslü hem de daha derinlemesine bir cevap olarak şu yanıtı vermektedir:
"Çalgılar, kasıtlı olarak ses elde etmek için meydana getirilmiş ve nitelendirilmiş, aletlerdir ki bu aletler müzik meydana getirme amacında olup, bunların akustik özellikleri, teknik grupların müziksel kültür standartlarını yansıttığından akustik özelliklerinden dolayı nesnel olarak müziğin sanatsal etkisine katkıda bulunurlar."
 Bir diğer organolojist, Hickman'a göre "Çalgılar insanın müzik oluşturmak müzik yapmak için ihtiyacı olan sesleri meydana getirmekte kullanıldığı nesnelerdir."

Türk halk çalgısından ise; fabrika imali olmayan, halkın kendi mevcut imkânları içerisinde ve basit araçlarla elde yaptığı, akustik kanunlara uymayan, standart ölçü ve kalıpları olmayan, etnografik özelliği olan çalgıları anlıyoruz
Çalgı bilimin temeli XX. yy. başlarında atılmıştır. Çalgılarda bulunan parçaların adlandırılarak uluslararası birer terim haline gelmesi de bu yakın döneme rastlar. İlk çağda Çinliler ve Hintliler, orta çağda Araplar çalgıları sınıflandıran çalışmalar yapmışlardır.
Çalgıların kullanımları ve tarih içinden gelerek aldıkları yeni biçimler sosyolojik araştırmalar kapsamındadır. Arkeolojik araştırmalar çalgıların 5000 yıl önce de kullanıldığını göstermektedir. Günümüzde kullanılan hemen hemen her çalgının İsa’nın doğumundan önce de ilkel biçimleri ile bulunduğu bilinmektedir. İlk çağda kullanılan ve günümüz çalgılarının atası sayılabilecek birçok türün imalinde deri, tahta, kemik ve kurutulmuş toprak v.b. malzemeler kullanılmıştır.
Türk çalgılarının ilk şekilleri yay ile çalınınca kopuz gibi değişik adlar alıyordu. Yay ile çalınan bu teller, parmak ile de çalınıyordu. Ancak tip ve şekil bakımından birbirlerinden fazla bir ayrılıkları yoktu. Bu sazlar, yaylı tamburlar gibi hem parmakla hem de yayla çalınan sazlardı. Ancak eski ve ilkel şekilleri daha çok kemençelerdir.
 “Türk sazlarının ataları, Dede Korkut veya ulu evliyalar ile efsanelerde adı geçen devlerden gelen! Ağacı, yerin derinliklerine inen ulu ağaçların köklerinden çıkarılan! Kılları, telleri, Yörük atların kıllarından çekilen! Derisi, şen ve deli taylardan yüzülen! Burgu veya kulakları, ulu çöllerde ilahi güçle yalnız biten çalılardan tornalanan, maddelerden yapılmışlardı. Kutlu maddelerden yapılmış sazların, kutlu sesleri vardı. Türkler böyle inanmış, böyle gelmişlerdi. Bu karışık ve gürültülü dünyada, birliğin huzurun ve saadetin yolu da bu idi...”
Yay ile çalınan eski karakterdeki Türk sazları, insana biraz korku ve biraz da sihirle dolu bir duygu verir. Zaten sesi de iniltili ve genizden gelen bir mırıltı ile doludur. Herhalde en eski destanlar bu kemençeler ile çalınıyordu.
Müziğin ilk insanlarda nasıl başladığını incelediğimizde her ne kadar efsaneye dayanan tarafları varsa da, gerçek olduğuna inandığımız yanları da bulunmaktadır. Esen rüzgârların, sazlıklardaki kırık kamışlara çarparak çıkarmış oldukları ıslık seslerini, onların da taklit ettikleri, üzüntülü ve sevinçli günlerinde çıkarmış oldukları seslerin ilk müzik duygularını verdikleri tahmin edilmektedir. Zamanla düşüncelerini geliştirerek kamışın veya kirişin çıkarmış olduğu sesler onların ilgisini çekmeye başlamış, avlanmak üzere kullandıkları ok ve yaylarını bir müzik aleti gibi kullanmış oldukları bilinmektedir. Avlanma yayına oku sürterek bir takım sesler çıkarmışlar ve adına “Okluğ” demişlerdir. Daha sonra okluğun ucuna su kabağı ilave ederek “Iklığ’a” dönüştürmüşler ve at kılından yapılan yaylar ile de çalmaya çalışmışlardır. Su kabağının üst kısmına ince deriler gerdirip sap ilave etmişler ve kiriş telleri deri üzerinden geçirmek suretiyle, sesin daha net çıkmasını sağlamışlardır. Yay ile çalınanlara Iklığ, parmak veya mızrap türünden maddelerle çalınanlarına da kopuz adını vermiş oldukları tarihi belgelerden anlaşılmaktadır. Iklığ yaylı sazların, kopuz ise mızraplı sazların atası olarak bilinmektedir.
Bu açıklamalardan; Türk çalgılarının ilk çıkışının aynı tür çalgının parmakla ve yayla (okla) çalınması ile dallara ayrılarak gelişmeye başladığı anlaşılmaktadır. Ayrıca, kopuz gövdesinin önceleri avuç içi şeklinde ağaçlardan oyularak yapıldığını ve üzerine deri gerilerek uzun yıllar çalındığını fakat XVII yy.dan sonra deri yerine ağaç kullanıldığını da Evliya Çelebi’den öğreniyoruz.







12.2. TÜRK HALK ÇALGILARI
12.2.1. Telli Çalgılar
Telli-tezeneli (tezene veya parmakla çalınan) çalgılar şunlardır;
12.2.1.1. Meydan Sazı
Şekil 1. Meydan Sazı
Telli çalgılar ailesinin en büyüğüdür. Yanık bir sesi vardır. Gayet sade çalınır. Tok ve mil iniltili bir ses verilir. Meydanlarda çalınmasından dolayı Meydan Sazı denilmiştir. 12 teli bulunması nedeniyle bazı yörelerde 12 telli sazda denilmektedir. Sapında 30–32 perdesi vardır. En ince teli 35–40 numaradır. Meydan sazı bağlama ailesinin en büyük sazıdır. La sesine akort edilir. Form boyu 52,5cm, sap boyu 70cm, tel boyu 112cm, form eni ve derinliği 31,5cm’dir. En ince teli 0,35 – 0,40 numaradır. Çoğunlukla kalın bam telleri kullanılır.
        


12.2.1.2. Divan Sazı
Şekil 2. Divan Sazı
Divan sazı, bağlama ailesi içinde büyük boy bir bağlama türü. Tekne boyu 48–52 cm, sap boyu 65–66 cm, tel uzunluğu 104–106 cm dir. Alta iki 0.30 mm, ortaya bir tane 0.20 ve bir tane kalın sırma, üste ise bir tane 0.30 mm ve bir tane kalın bam teli takılır. Bağlamadan 5 ses pese akortlanır. Tamburu andıran tok ve mistik bir sesi vardır. Uzun hava açılışlarında kullanılmaya çok uygun bir sazdır. TRT sanatçıları Ali Ekber Çiçek, Mehmet Erenler ve Mustafa Günaydın bu sazla özdeşleşmiş isimlerdir. Orhan Gencebay da daha küçük boyda bir türünü kullanmaktadır.
12.2.1.3. Bağlama
Şekil 3. Bağlama
Ülkemizde kullanımı en yaygın olan telli bir Türk Halk Çalgısıdır. Yörelere ve ebatlarına göre bu çalgıya, Bağlama, Divan sazı, Bozuk, Çöğür, Kopuz Irızva, Cura, Tambura vb. adlar verilmektedir. .Bağlama; Tekne, Göğüs ve Sap olmak üzere üç ana kısımdan oluşmaktadır. Tekne kısmı genelde dut ağacından yapılmaktadır. Ancak dut ağacının dışında ardıç, kestane, ceviz, gürgen gibi ağaçlardan da yapılmaktadır. Göğüs kısmı ladin ağacından, sap kısmı ise gürgen, akgürgen veya ardıç ağacından yapılmaktadır. Sap kısmının tekneden uzak kısmı üzerinde tellerin bağlandığı Burgu adı verilen parçalar vardır. Bağlamanın akordu bu burgular kullanılarak yapılmaktadır. Sap kısmı üzerinde misina ile bağlanmış perdeler bulunmaktadır. Bağlama Mızrap veya Tezene adı verilen kiraz ağacı kabuğu veya plastikten yapılan araçla çalındığı gibi bazı yörelerimizde parmakla da çalınmaktadır. Bu çalım tekniğine Şelpe adı verilmektedir. Bağlama üzerinde ikişerli veya üçerli guruplar halinde üç gurup tel bulunmaktadır. Bu tel gurupları değişik biçimlerde akort edilebilmektedir. Örneğin bağlama düzeni adı verilen akort biçiminde alt gruptaki teller yazılış itibariyle La, orta guruptaki teller Re, üst guruptaki teller ise Mi seslerini vermektedir. Bu akort biçimi dışında Kara Düzen, Misket Düzeni Müstezat, Abdal Düzeni, Rast Düzeni vb. akort biçimleri de vardır. .Bağlama ailesi sazlarını büyükten küçüğe sıralayabiliriz: Bazı kaynaklar bağlamanın gövdesi, sapı, burguları, hatta püskülüne varıncaya dek tüm ayrıntılarıyla İ.Ö.3000 yıllarına ait Hitit kabartmalarında görüldüğü belirtilmektedir. Fabrika imali olmadan, el yapımı olarak yapılan en dayanıklı çalgılardan bir tanesidir. Türklerin temsili çalgısıdır diyebiliriz.
12.2.1.4. Bozuk
Şekil 4. Bozuk
Yine bu aileden 80 – 90 cm. boyunda üçerden üç gurup telli bir sazdır. Açık ve berrak bir sesi vardır. 15–18 perdesi vardır. Üçerli gruplar halinde 9 tel takılır. Bağlama ebatlarındadır. Ortaya iki sarı ve bir ince çelik tel, üste ve alta ise birer kalın sarı ve ikişer çelik tel takılır. Sarı teller çelik tellere göre bir oktav daha pest akort edilir.
12.2.1.5. Tambura
Şekil 5. Tambura
Bağlamadan daha küçüktür. Boyca bozuk kadar olup ikişerden üç grup teli vardır. Akordu da bozuk sazının akordu gibidir. Yalnız perde bağı bozuğunkinden fazladır (20–22) Tambur gibi çalınmakla beraber, tezene tutan parmaklardan gayrı parmaklarla bütün tellere vurulup ritim tutularak çalındığı görülür. Divan sazından bir oktav tizdir ve divan sazının curası olarak bilinir. Bağlamadan da dört ses daha tizdir. Alt (Re) orta (Do) seslerine akort edilir. Form Boyu 38cm, sap boyu 50cm, tel boyu 80cm’dir.


12.2.1.6. Çöğür
Şekil 6. Çöğür
Günümüzde "kısa sap" olarak anılan, 36 ila 42 tekne ölçüleri arasında değişen ve yukarıdan aşağıya la-sol-re düzeni ile çalınan bağlamanın, bağlama ailesi içindeki adına çöğür de diyebiliriz. . Güneyde (Adana, Mersin, Gaziantep, Urfa, Diyarbakır) bozuk’a, on iki telli âşık sazlarına çöğür deniliyor. Divan sazına yakın büyüklükte 9 ile 6 tel takılmakta ve 15 kadar perdesi bulunmaktadır. Akordu alt iki tel (La), orta iki tellerin birisi (La) diğeri ise (Re), üst teller ise (Sol) sesine akort edilir. Çöğür ile Nefes, Ayin ve Semai gibi havalar çalınır. Bugün daha çok curası kullanılmaktadır.
12.2.1.7. Cura
Şekil 7. Cura
Bu ailenin 50–70 cm. boyunda olanıdır. Üzerinde 7–16 perde bulunur. Bağlama veya bozuk düzenlerine akort edilebilir. Burdur yöresinde bağlama düzeniyle akort edilmiş curaların tezene yerine parmakla çaldığını görürüz.
12.2.1.8. Bulgarı
Şekil 8. Bulgarı
Güney ve güneybatı Anadolu ile Kayseri yöresinde görülen curaya yakın bir saz’dır. Bulgari adını (Bulgar'dan) almaktadır. Bağlama ailesinden, curaya benzeyen dört telli çalgıdır. Anadolu ve Kayseri yöresinde günümüzde de kullanılan bulgari'nin, Volga boylarından Toros dağları çevresindeki yaylalara göç eden Bulgar Türk boyundan bazı oymaklar aracılığıyla Anadolu'ya geldiği öne sürülür. XIX. yy. da Anadolu'nun güneyinden Mısır'a değin uzanan bölgede Tanbur-ı Bulgari adıyla tanınmaktadır.
12.2.1.9. Tar
Şekil 9. Tar
Tezeneli bir Türk Halk çalgısıdır. 11 teli bulunmaktadır. Ülkemizde Kars yöresinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Ayrıca Azerbaycan, İran, Özbekistan ve Gürcistan’da da yaygın olarak kullanıldığı bilinmektedir. Teknesi, büyükleri birbirinden farklı iki çanaktan oluşmaktadır ve genellikle dut ağacından yapılmaktadır. Göğüs kısmı üzerine boğa yüreğinin zarı gelmektedir. Sap kısmı sert ağaçtan yapılmaktadır ve üzerine misinadan perdeler bağlanmaktadır. Tar üzerinde iki ana gurup tel bulunmaktadır. Birinci guruptaki teller melodi çalımında kullanılmaktadır ve ikişerli olmak üzere üç gurup telden oluşmaktadır. Diğer gurup teller ise Kök ve Zeng adı verilen, çalınan makama göre akort edilen ve tınının zenginleşmesini sağlayan tellerdir. Etkileyici bir sese sahiptir.
12.2.1.10. Kabak Kemane
Şekil 10. Kabak Kemane
Orta Asya’ya dayalı Türk halk çalgımız olan kabak kemane telli, yaylı ve deri kapaklı sazlarımızın tek örneğidir. Burdur yöresinin de halk çalgısıdır. Yörelere ve biçimlerine göre farklılık göstermektedir. Kabak, Kemane, Iklığ, Kabak, Rabab, Hatay ilinde Hegit, Güneydoğu’da Rubaba, Azerbeycan’da Kemança ve Orta Asya Türklerinde Gıcak, Gıccek veya Gıjek adıyla bilinen bu çalgıların aynı kökten oldukları bilinmektedir. Tekne kısmı genellikle su kabağından yapılmaktadır. Ayrıca ağaçtan yapılanı da yaygındır. Sap kısmı sert ağaçlardan yapılmaktadır. Tekne kısmının altında ağaçtan veya metalden yapılmış mil vardır. Bu mil diz üzerine konur ve çalgının sağa sola hareketi sağlanır. Yay ise bir çubuğun bir ucundan diğer ucuna atkuyruğunun kıllarının bağlanması ile yapılmaktadır. Kabak kemaneye önceleri bağırsaktan yapılan Kiriş adı verilen teller takılırken günümüzde madeni teller kullanılmaktadır. Perdesiz bir çalgıdır.
12.2.1.11. Rebab
Şekil 11. Rebab
Mevlevi ayinlerinin değişmez çalgılarından birisidir. Yayla çalınır ve kabak kemaneye benzer. Türklerin kullandığı en eski yaylı sazlardandır. Gövdesi Hindistan cevizinden yapılır. Cevizin üzerine deri gerilir. Üç tellidir, atkuyruğundan yapılan telden çalınır. Asya kökenlidir. Hz. Mevlana'nın da rebab çaldığı rivayet edilir. Rebâb'ın tarihini inceleyecek olursak, iki rivayetle karşılaşıyoruz. Birincisi; Uygar Türklerinden beri çalındığı ve Ortaçağ'da Türk-İslam dünyasında çok kullanılmış bir musiki aletidir. Diğeri ise Eski İran Musikisi'nden Eski Arap Musikisi'ne geçip bütün Yakın Doğu ve Akdeniz'e yayıldığıdır. Tek tellisinden beş tellisine kadar kullanıldığı görülmüştür. Mevlana zamanında Anadolu'da dört telli Arap Rebâb'ın çalındığı ve onun emriyle altı tele çıkarıldığı bası kaynaklarda vardır. Mızrapla çalınan şekillerine vardır. Yaylı sazların atası sayılmaktadır. Hindistan cevizi tekne, teknenin üzerinde gerilmiş deri, tellerin geçtiği bir eşik, uzun bir sap ve bulgulardan oluşur, birde dize veya yere koymak için demirden bir ayağı vardır.
12.2.1.12. Kemençe
Şekil 12. Kemençe
Yaylı bir Türk Halk çalgısıdır. Klasik kemençe ve Karadeniz kemençesi olmak üzere iki yarı çalgının ortak adıdır. Adından da anlaşılacağı üzere Karadeniz Bölgesi’nde yaygın olarak kullanılan bir çalgıdır. Kemençenin tekne kısmı dut, erik, ardıç ağaçlarından yapılmaktadır. Yayın çubuğu ise genellikle gül ve şimşir ağaçlarından yapılmaktadır. Yayın uç kısımlarına atkuyruğu kılları bağlanmaktadır. Kemençe üç telli bir çalgıdır. Kemençeye eskiden bağırsaktan yapılan kiriş teller takılırken, günümüzde daha çok madeni teller kullanılmaktadır. Kemençe perdesiz bir çalgıdır. Her türlü kromatik sesleri kolaylıkla elde etmek mümkün olabilmektedir. Kemençe genellikle iki tele aynı anda basılıp paralel dörtlü sesler elde edilerek çalınmaktadır. Ayrıca bilek hareketleriyle sağlanan özel bir çalım tekniği ile çalınmaktadır. Tamamen elde oyularak yapılmaktadır. Yapımı 3 ile 15 gün arası değişmektedir. Solist bir çalgıdır ki tek başına çalınması yeterlidir. Kemençeye belki de bütün sevimliliğini veren burguları (tavşankulağını andırdıkları için kulak adı verilmiş olabilir), süslü sazlarda yılan, fildişi, abanoz veya pelesenk, sade sazlarda zerdali, badem veya akgürgen gibi ağaçlardan yapılır ve 14–15 cm boyunda olur. Üç veya dört telli olur. Klasik kemençe armudi şekliyle Karadeniz kemençesinden ayrılır. Bu sazda tellerin yan taraflarına tırnak yüzeyi ile basılır.
  
12.2.1.13. Kopuz
Şekil 13. Kopuz
Yaylı sazlarımızın en eskisi kopuz’dur (yaylı kopuz). Iklığ adı verilen bir yaylı sazın geçen yüzyıla kadar doğu Türkleri tarafından kullanıldığı söylenmekte Sazın, yarım Hindistan cevizinin kesik yüzüne gerilmiş bir deri ve üst tarafına takılmış bir kol ile alt tarafına takılmış bir ayaktan ibaret olduğu bildiriliyor. Orta Çağda İran ve çevresinde “Rebab” ya da “Rüd” diye adlandırılan bu çalgı, “kopuz” adıyla en geç XV. yüzyılda Osmanlı müziğinde kullanılmaya başlamıştır. Ancak Anadolu’ya, göçler, gezginler, ozanlar ya da akınlar kanalıyla taşınarak bu tarihten çok daha önce geldiği sanılmaktadır. Sapında perde bulunmayan kopuz, “tambur”da da kullanılan sert bir mızrapla çalınmaktaydı. Ancak parmak ve yay kullanılarak çalındığı da oluyordu. Yay ile çalınanlarına “Kıl Kopuz”, mızrap ile çalınanlarına ise “Kopça Kopuz” denildiği de olurdu. Kopuz, Asya Türklerinden sonra en çok Anadolu ve Rumeli'de benimsenmiştir. Kopuzun yapısında zaman içinde meydana gelen değişim ve gelişimler, onun bu topraklarda yayılışının eskiliğini ortaya koymaktadır.


12.2.1.14. Üç Telli Bağlama
Şekil 14. Üç Telli Bağlama
3 sırada birer teli bulunur, Teke Yöresi’ne ait bir cura çeşididir.3 telli olarak da bilinmektedir. Boyu 50–60 cm kadardır.12–14 perdelidir. Parmakla tellere vurularak ve çekilerek çalınır. En çok bağlama düzenine akort edilir. UNESCO tarafından korunma altına alınmıştır.
12.2.1.15. Santur
Şekil 15. Santur
Eski Türk sazlarından nüzhenin gelişmiş şeklidir. Geometrik olarak ikizkenar yamuk şeklindedir. Telleri önceleri ibrişimdendi. Sonraları madeni ve sarma tel kullanılmıştır. Eski Türk  ve İran santurlarında sarı pirinç tel kullanılır. Avrupa santurlarında genellikle çelik ve çelik üzerine  gümüş sarma teller kullanılmaktadır. Her bir sazın yapısına göre kullanılan bu tellerin tınıları farklıdır. Santur masa üzerinde veya bir sehpa üzerinde çalındığı gibi piano gibi bacaklı şekilleri de vardır. Uçlarına keçe veya ince tülbent sarılan ince iki sopacık ile çalınır. Bunlara eskiden olduğu gibi “Zahme” veya “mızrab”’da denir.
12.3. NEFESLİ ÇALGILAR
12.3.1. Kamışlı Üflemeli Çalgılar
12.3.1.1. Zurna
Şekil 16. Zurna
Üflemeli bir Türk Halk çalgısıdır. Sesinin gürlüğü nedeniyle daha çok açık alanlarda; köy düğünlerinde, asker uğurlamada, spor faaliyetlerinde, halk oyunlarında ve benzeri törenlerde çalınmıştır. Osmanlı döneminde mehter takımının birincil melodi çalgısı olmuştur. Orta oyununda da kullanıldığı bilinmektedir. Daha çok davul eşlikli çalınmaktadır. Entenasyonun sağlanmasındaki güçlük ve ses hacminin çokluğu nedeniyle çalgı topluluklarında kullanılmaktadır. Ancak son yıllarda bazı halk müziği çalgı topluluklarında kullanıldığı görülmektedir.
Yaklaşık iki oktavlık ses mesafesi olan zurnanın üstte yedi, altta bir olmak üzere sekiz tane melodi perdesi bulunmaktadır. Arka tarafındaki perde, ön tarafındaki kamış kısmına doğru ilk iki perdenin arasına gelecek şekildedir. Perdeler yaklaşık 6–8 mm. çapında daire biçimindedir. Boyu 30 ile 60 cm. arasında değişmekte olup melodi perdelerinin bittiği kısımdan itibaren huni biçiminde genişlemektedir. Bu kısma kalak adı verilmektedir. Üflenen kısmında ucuna kamış takılan ince boru şeklinde bir mil vardır. Bu mile Metem adı verilmektedir. Ayrıca nefes alma tekniğini kolaylaştırmak için ortası delik daire biçiminde bir parça metem üzerine geçilir. Bu parçaya Avurtluk adı verilmektedir. Ağız içi boşluğuna biriktirilen hava kamıştan üflenirken burundan aynı anda nefes alınarak kesintisiz çalma tekniği zurna çalımında en çok kullanılan tekniktir. Melodi perdelerinin dışında, kalak kısmı üzerinde yedi tane delik vardır ki bu delikler melodi perdelerinden daha küçük çaptadır. Bu deliklere şeytan deliği veya cin deliği adları verilmektedir. Bu delikler çalgıcının ses buluşuna göre balmumu veya benzeri maddelerle kapatılabilmektedir. 60 cm. ile 30 cm. arasında değişik ebatlarda olduğunu belirttiğimiz bu çalgıyı ses rengine göre; Kaba Zurna, Orta Kaba Zurna ve Cura Zurna (Zil Zurna) olmak üzere üç çeşittir. Genellikle erik, kayısı, şimşir, ceviz vb. ağaçlarından yapılmaktadır.




12.3.1.2. Sipsi
Şekil 17. Sipsi
Üflemeli halk çalgılarımızdan olan sipsi adını ince, küçük boyludan alır. Sipsi kemik, ağaç ve özellikle su kamışından yapılmaktadır. ‘Cukcuk’ adı verilen başlık ve gövde olmak üzere 2 kısımdan oluşmaktadır. Göve kurşun kalem boyutundadır. 15–25 cm arasında değişir. İç çapı 5 milim’dir. En büyük özelliği üzerinde 5 delik olduğu halde 7 ses çıkartmasıdır. ‘Cukcuk’ olan kısmına ip dolanarak akort sağlanmaktadır. Üzerindeki desenler kiraz ağacından yapılmaktadır. Sipsinin bozulması halinde üzerindeki kiraz ağacı kısmından yapılmış yerler delikleri kapatmak şartıyla yukarı kaydırılarak yeni delikler açılmasını ve yeni akort elde edilmesini sağlamaktadır. Taşıması çok kolay bir çalgıdır. . Sipsi çalabilmek için önce güçlü bir nefese ihtiyaç vardır. Boğaz, Gurbet, Teke ve Zeybek havalarının en güzel seslendirildiği bir halk çalgımızdır.
12.3.1.3. Çam Düdüğü
Şekil 18. Çam Düdüğü
28 cm olan bu düdükte sipsi tekniği ile çalınmaktadır.2 bölümden oluşmaktadır başlık ve gövde. Kargıdan yapılmış borusunun üzerinde 5 arkasında da 1 tane olmak üzere toplam 6 perde deliği vardır. Ağıza gelen tarafı ile 3 parçadan oluşmaktadır. UNESCO tarafından korunma altına alınmıştır.


12.3.1.4. Çifte
Şekil 19. Çifte
Dilli nefesli (üflemeli) çalgılar gurubuna girer. İki kavalın yan yana monte edilmesiyle Zonguldak civarı ve güneydoğu Anadolu bölgesinde kullanılmaktadır. Ön kısmında 5-6 adet ses perdesi bulunmaktadır. Boruların her ikisinde perde sayısı eşit olabileceği gibi bir tarafta bir adet ses perdesi de olabilir. Her iki kamışında uç kısımlarında ses veren iki küçük kamış eklenmektedir. Dil görevi gören bu küçük kamışlar ağız boşluğuna alınır ve aynı anda hava üflenerek çalınır. Güney Anadolu da özellikle Antakya ve Yayladağı çevresinde Argun adı ile bilinmekte ve çalınmaktadır. Değişik yörelerde Argul, Kargın, Zambır gibi adlarla da bilinmektedir.
12.4. DİLLİ ÜFLEMELİ ÇALGILAR
12.4.1.Kaval
Şekil 20. Kaval
İnsanoğlunun ilk üflemeli çalgılarındandır. Özellikle “Dilli ve Dilsiz” olmak üzere 2 gruba ayrılmaktadır. Kavalın uç kısmına bir dil takılarak normal üflenerek çalınır. Buna “Dilli Kaval” denir. ‘Dilsiz kaval’ yani çoban kavalı ise sadece boru şeklindedir. Genellikle erik ağacından yapılmaktadır. Üst kısmında 7 alt kısmında da 1 perde deliği olmak üzere toplam 8 deliği vardır. Ortadoğu ve Orta Asya’da değişik formlarına rastlanır. Karadeniz bölgesinde diğer yörelerde sınırlı kullanımına rağmen Trabzon’da Köprübaşı ve Çaykara ilçeleri ve Hopa Kemalpaşa bölgesinde tek geleneksel müzik enstrümanı olarak horonlara eşlik çalgısıdır. ‘Kara Koyunu Suya İndirme’ havası olarak bilinen kaval havasını ise çalamayana kaval çalamaz gözüyle bakılır ve hikâyesi şöyledir:
Çoban bir beyin kızına âşık olur. Bey de kızını çobana vermek istemez. Çobana 3 gün boyunca koyunlara tuz yalatarak onları su içirmeden, otlatma esnasında geri döndürebilirsen kızını vereceğini söyler. Çobansa teklifi kabul eder ve koyunlara 3 gün boyunca su vermeden tuz yalatarak otlatmaya çıkartır. Otlatmaya çıkan koyunlara çoban kavalıyla eşlik etmeye başlar, kavalın sesini duyan koyunlar suyu gördükleri halde su içmeden dönerler, içlerinden bir tane kara koyun vardır ki sürünün başı olsa gerek o, su içmeye yeltenirken çoban kavalını yalvarır gibi çalmaya başlar. Bunu duyan kara koyunda diğer koyunlar gibi suyu içmeden geri döner. Bunu duyan Bey ise kızını çobana vermeye karar verir.
12.4.2. Mey
Şekil 21. Mey
Mey, bir oktav ses sahası olan çalgıdır.12 perdesi vardır. İnsan sesine en yakın ve en hüzünlü sese sahip olan çalgılardandır. Halk müziğinde ve tasavvuf musikisinde kullanımı yaygındır. Kromatik ses elde edebilmek için deliklerin yarım açılması ve dudakların yardımı gerekir. İcracı parmakları yarım açıp kapama dışında dudaklarını sıkarak veya gevşeterek kromatik sesin alınmasına yardımcı olur. Ses sınırının dar olması nedeniyle mey'de transpoze olanağı sınırlıdır. Belirlenen her bir tam ton için ayrı bir mey kullanmak gerekmektedir. Yarım tonluk farklılıklar kamış değişimi veya kamışa eklenen ve boğaz ismi verilen parça yardımıyla olur. Fakat aynı gövde üzerine kamış yardımıyla bir tonluk farklılık yapılmaya kalkıldığında seslerde bozulma olmaktadır. Meyler, Ana, Orta ve Cura olmak üzere üç ayrı yapısal özellikte sınıflandırılmıştır. Esas itibariyle mey notaları yazılırken fa anahtarı kullanılmalıdır. Halk Müziğimizin pes sesli bu çalgısında, Türk Müziği notalama sisteminden kaynaklanan (doğruluğu tartışılabilir) zorunluluklardan dolayı sol anahtarı kullanılmaktadır.
12.5. DİLSİZ ÜFLEMELİ ÇALGILAR
Pirinçten ya da ağaçtan imal edilirler. Bunlar da dilli nefeslilerde olduğu gibi 20cm ile 80cm arasında değişen boyutlardadır. Genellikle ‘Çoban Kavalı’ olarak tanınırlar. Bu ad, dilsiz nefeslilerin delik sayıları dilli nefeslilerdeki gibidir. Ses delikleri kromatik sesleri çıkarabilmektedirler. Kartal kemiğinden yapılan ‘Çığırtma’ da dilsiz nefesli sazlardandır.
12.5.1. Çoban Kavalı
Şekil 22. Çoban Kavalı
İnsanoğlunun üflemeli ilk çalgılarındandır. Çeşitli kaynaklarda ‘ağız sazları’ arasında anılan çalgı. Orta Asya Türk uygarlıklarından itibaren bilinir. Ülkemizde yüzyıllardır, ‘çoban sazı’ ya da ‘düdük’ olarak tanınan kaval, Büyük Göç'le yayıldığı toplumlarda ise, farklı ad ve biçimlerde çalına gelmiştir. Bu kavalların oldukça yumuşak ve etkileyici bir sesi vardır. Yurdun her köşesinde yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Genelde tek parçadan oluşmakla birlikte, birbirine geçen ve taşımada kolaylık sağlayan üç parçalı kırma kaval örneği de görülmüştür. Günümüzde geleneksel müziğin çalgı topluluklarının önemli bir renk çalgısı olarak kullanılan Kaval, standartlara göre üretilmediği için boyutları hakkında kesin bilgiler olmamasına karşın 30 ile 80 cm. arasında değişen bir yapı gösterdiği söylenebilir. Üst kısmında 7, alt kısmında ise 1 ezgi perdesi bulunmaktadır. Bu perdeler dışında kavalın alt kısmında da Şeytan Deliği ve Hazreti Ali adı verilen 4 perde daha vardır.
Cenup Anadolu’sunda yaşayan halk ve göçebeler arasında kaval adeta mukaddes bir alettir. Kaval, koyunlarında sevgili bir sazı olduğuna itikad edilir. Kaval çalmasını bilen erbaş çoban, kavalının nağmeleriyle sürüsünün hareket ve sevk işlerini idare ettiği kanaati hemen hemen her yazılı kaynakta bulunur.
Yörüklerde, çobanın çaldığı havalar sayesinde sürü iştahla karnını doyurduğu gibi, bu havaları çalmasını beceremeyen çobanlar koyunların aç kalmasına sebep olduğu, kaval çalan çobanın sürü üzerinde bir yetkisi olduğuna dair ciddi görüşler vardır.
12.5.2. Çığırtma
Şekil 23. Çığırtma
Üflemeli Türk Halk çalgısıdır. Çığırtma, kartalın kanat kemiğinden yapılır. Daha çok çobanlar tarafından kullanıldığı bilinen bu çalgı, günümüzde unutulmaya yüz tutmuş çalgılardandır. Altısı üstte birisi altta olmak üzere toplam yedi tane melodi perdesi vardır. Boyu yaklaşık 15–30 cm. kadardır. . Kartalın kanat kemiği tüylerden ve kaba bir biçimde etten arındırılır. Toprağa gömülür. Bir süre beklenir, ilik ve et parçalarının toprak içerisindeki canlılar tarafından tüketilmesinin ardından süt içerisinde kaynatılır. Kaynatmanın amacı kemiğin beyazlamasını ve işlemek için yumuşamasını sağlamaktır. Bu işlemin ardından perde delikleri açılır.




12.6. TULUMLU ÜFLEMELİ ÇALGILAR
12.6.1. Tulum
Şekil 24. Tulum
Üflemeli bir Türk Halk çalgısıdır. Deri kısmı, Nav ve Ağızlık olmak üzere üç kısımdan oluşmaktadır. Deri kısmına hava depolanır ve koltuk altından bastırılarak Nav kısmına hava gitmesi sağlanır. Nav kısmı ise Melodi Çalınan kısmıdır. Analık ve Dillik adı verilen iki kısımdan oluşmaktadır. Ağızlık kısmı ise tulumun deri kısmına hava göndermeye yarayan bölümdür.
Nav özellikle şimşir ağacından yapılır. Yaklaşık 40 derece eğri şimşir ağacının içini düzgün bir şekilde oyduktan sonra analıklar dediğimiz delikli 10mm çapında boruları ve kamıştan özel olarak yapılan çibun dediğimiz Sipsi`leri özenle ve düzgün şekilde Nav`a yerleştirilir. Tulumu şişirmek için kullanılan Dudula; yuvarlak bir ağacın içi delinerek yapılır ve hava geriye kaçmasın diye iç tarafına naylondan bir kapak yapılıp raptiye ile tutturularak havanın geri gelmesi önlenir. Tulum yurdumuzda Trabzon, Rize, Erzurum, Kars’ta, Kuzey ve Doğu Anadolu Bölgesinde ve Trakya bölgesinde kullanılmaktadır. Genellikle kuzu ve oğlak derisinden yapılan tuluma Trakya’da Gayda adı verilmektedir. Kemençe gibi solist çalgılarımızdandır. Tek başına çalınarak etkileyici bir sese sahiptir.
12.6.2. Gayda
Şekil 25. Gayda
Trakya bölgesinde yaygın bir halk sazıdır. Tuluma benzeyen bu sazda çifte kamış yerine ağaçtan yapılmış düdük bulunmaktadır. Ayrıca gayda da uzunca bir dem ses veren boru bulunmaktadır.






12.7. VURMALI ÇALGILAR
12.7.1. Davul
Şekil 26. Davul
Türk vurmalı çalgılarının sembolü olarak kabul edilmektedir. Hatta Türklerin en eski vurmalı çalgısıdır. Davul eski çağlardan günümüze kadar çeşitli amaçlarla kullanılmıştır. Yörelere ve kullanım amaçlarına göre çeşitleri ve ölçüleri vardır.3 ana bölümden oluşmaktadır. İp, deri ve kasnak. Kasnakla beraber davul yapımı 8 ay veya 1 sene sürmektedir. İç kısmındaki deri kalın köpek sesini, ince tarafındaki deri ise ince köpek sesini vermektedir. Uzun süre çalınan davul dinlendirilmek için kasnaktaki iplerin gevşetilmesi gerekmektedir. Davul genellikle 50–60 cm. Çapında kestane ağacından 1–1,5 cm kalınlığında yaklaşık 40 cm. genişliğinde tahtanın silindir şeklinde bükülerek her iki açık alan derilerin deri veya keten iplikle sıkça tutturulması ve çalgıcının boynunda durması için kemerle bağlanması buna ilaveten sert ağaçtan tokmak ve cızdım denilen çubuğun yapılmasıyla işime tamamlanır.
Davulun değişik cins ve boyda olanları vardır. Büyük olanına “kara davul”, küçük olanına “cura davul” veya “davlumbaz” denmektedir. Kasnak, deri çemberi, çakşırı kasnak kayışı, tokmak, çubuk, davul derisi olmak üzere altı parçadan meydana gelmektedir. Davullar genel bir değerlendirmeyle, üç boya ayrılabilirler. Bunlar, küçük (Çapı, 60 cm. civarı), orta (çapı 70 cm. civarı), büyük (çapı 80–90 cm. civarı) boylardadır. Kasnak eni ise yörelere ve kullanıcıya bağlı olarak büyük değişiklikler göstermektedir. Temel olarak bir “Germe Çemberi”ne geçirilmiş deri ve bunların bağlandığı “kasnak” denilen ağaç bölüm olmak üzere iki ana kısımdan oluşur. Bu iki yandaki germe çemberine geçirilmiş deriler, ton tutmasını sağlamak için bağlantı elemanlarının yardımıyla gerekli ya da istenilen oranda gerdirilir.
Davul kasnağı, çoğunlukla ceviz, ıhlamur, köknar, ceviz gibi ağaçlardan yapılmaktadır. Bunlardan en çok kabul gören ya da beğenilen ise meşedir. Bu kasnağa dana, köpek ya da koyun/keçi gibi hayvanların derileri gerilmekte ve davulun alt-üst kısımlarına takılmaktadır. Deriler “Germe Çemberleri”ne ıslak olarak geçirilir ve gerilmeyi sağlamak ve kurumaya bırakılmak için üstten ve alttan “Davul Kasnağı”na yerleştirilir. Alt ve üst “germe çemberleri”, zikzaklı olarak geçirilmiş sağlam sicimler ile bağlanır. Deri kuruduktan sonra da istenilen gerginlik sağlanana kadar sıkılarak tutturulur. Deri kurumaya bırakılırken çatlamasını önlemek amacıyla susam ya da zeytinyağı ile yağlanır. Davul bir meşin kayışla boyuna asıldıktan sonra, genellikle sağ elde “tokmak” (Çomak, Meççik, Metçik, Çomaka) ve sol elde “ince değnek” ya da “çubuk” (Çırpı, Zipzibi) ile vurularak çalınır. Ritmin güçlü vuruşları “tokmak”, zayıf vuruları ise “çubuk” ile belirtilir. Ortalama boyu 40–50 cm. olan “çubuk”, “tokmak”tan biraz daha uzundur.
Davul, zaman içinde tuğ, tavul, köbürge, küvrüg, tuvıl ve tabl gibi isimleri ile anılmıştır. Davul çalanlar da süreç içinde; tablzen, davulzen, davulcu gibi adlar verilerek nitelenmiştir. Şamanların en temel çalgısı olan “Davul”, Türk geleneklerinde dinsel törenler, savaş alanları, mehter takımları, düğün, sahur, cirit oyunu, at yarışı, güreş, bayram v.b. gibi alanlarda uzun yıllar boyu kullanılmış ve hala kullanılmaktadır. Diğer taraftan “davul”, müjde, güvenlik, savaş, yangın v.b. amaçlı da kullanılmıştır. Sesinin gür oluşu ve etkisi nedeni ile bir haber aracı olarak ta kullanılmıştır.


12.7.2. Koltuk Davulu
Şekil 27. Koltuk Davulu
Araçsız vurmalı usul çalgıları sınıfına girer. Daire biçimindeki ağaç kasnağa deri gerilmiş çemberlerin, çapraz bağ ile bağlanması sonucu elde edilir. Koltuk altına alınarak ve ellerle vurularak çalınmaktadır. Normal davula göre daha uzundur. Çapı ise normal davuldan daha küçüktür.
12.7.3. Nağara
Şekil 28. Nağara
Vurmalı bir Türk Halk çalgısıdır. Koltuk altına alınarak ve ellerle vurularak çalınmaktadır. Normal davula göre daha uzundur. Çapı ise normal davuldan daha küçüktür. İskeleti çınar ağacından, derisi ise deve derisinden yapılmaktadır. Azeri Halk Çalgılarında da kullanılmaktadır ve “Goşa Nağara” olarak adlandırılmaktadır. Koltuk davulunun bir çeşididir.
12.7.4. Tef
Şekil 29. Tef
Milattan önceki dönemde Anadolu, Mezopotamya ve Orta Asya uygarlıklarında ve daha sonraki dönmelerde de tüm bu coğrafya içinde yaşayanlar tarafından çeşitli tür ve biçimleri kullanılmış olan bu vurmalı çalgı, Osmanlıda da din ya da din dışı alanlarda kullanılmıştır. Bu çalgı, bu coğrafyadan Avrupa’ya da geçmiştir. Daire, 30 – 40 cm çapında, enli ahşap bir kasnağın tek tarafına gerilerek yapılır. Bu kasnak genellikle ceviz ağacındandır. Kasnakta açılmış yarıklara, ortalarından geçen millere tutturulmuş 8 – 10 cm çapında bronz diskler, genellikle ikişerli olarak takılır. Deriye vurulduğunda bu diskler şıngırdar ve böylece daha renkli sesler elde edilebilir. Disk dışında çeşitli zincir ve halkalar da kullanılmıştır. Çapları çok farklı olabilen bu çalgının büyüklerini Şamanlar da kullanmışlar ve “şaman davulu” olarak adlandırmışlardır. Daha çok tasavvuf müziğinde kullanılmış olan zilsiz dairelere “bendir, bender” veya “mazhar” adı verilir. Dairenin daha küçük çaplı olanına “tef” denir. ‘Tef’in ortalama çapı ise 28–30 cm. civarındadır. Farsçada “duf”, Arapça ve diğer bazı dillerde “defik” olarak kullanılan bu isim, Türkçeye “tef ya da def” olarak yerleşmiştir.
Kullanılan derilerin en uygun olanları köpek ya da dana derisidir. Bunlardan başka diğer hayvan derileri de kullanılmaktadır. “Tef” kasnağının eni genellikle 4–6 cm. civarındadır. Kasnak üzerine kıymetli ağaçlardan yapılan kaplamalar ya da fildişi, sedef ve bağa işlenerek yapılan süslemeler onları çok değerli kılmıştır.
12.7.5. Kudüm
Şekil 30. Kudüm
Türk musikisinin en temel ritim aletlerinden biridir. Yarım küre biçiminde bir çift küçük davuldan oluşan ve din müziğinin önemli çalgılarından “kudüm”, dindışı ve mehter müziğinde “nakkare” adıyla anılıyordu. “Tambur”, “kemençe”, “kanun” gibi çalgılarla zenginleştirilmeden önce Mevlevî müziğinin dört temel çalgısından biri (diğerleri “ney”, “rebap” ve “halile”) olan “kudüm”ün, çapları yaklaşık 28–30 cm civarındaki davulları, dövme bakırdan yapılmış olup biri büyük diğeri küçük iki tasa benzer. Yüksekliği ise yaklaşık 16 cm. olan taslar, dibe doğru daralırlar. Büyüğünün ağzına iki, küçüğünün ağzına bir milim kalınlığında deri gerilir. Tiz ses veren davul (tek) sola, öbürü (düm) sağa konur. Daha ince bir derinin gerildiği (tek), boyut olarak da (düm) den biraz küçüktür. Devrilip sallanmalarını önlemek için, simit denen, içi pamuk doldurulmuş bir çift meşin halka üstüne oturtulan davullar, “zahme” denilen bir çift ahşap çubukla çalınır. “Kudüm”ün bakır gövdesi, metalik tınıyı gidermek amacıyla çoğunlukla dıştan meşinle kaplanır.
12.7.6. Darbuka
Şekil 31. Darbuka
Milattan önceki dönemde günümüz darbukasına benzer çalgılar, çeşitli biçim ve büyüklüklerde Anadolu, Mezopotamya ve Orta Asya uygarlıklarında kullanılmışlardır. Daha sonra ki süreçler içinde değişip gelişerek yine aynı coğrafyalar içinde kullanılmıştır. Bu çalgı zaman içinde ve bölgelere göre farklı isimler ile anılmıştır. Bunlar arasında “dümbek, dümbelek, deplek, deblek, dönbek, tömbek, darbeki, debulak” gibi isimleri sıralayabiliriz. Önceleri pişmiş toprak kullanılarak üretilen bu vurmalı çalgı, giderek sırsız toprağın yanı sıra bakır, alüminyum, çeşitli metal alaşımlar, alçı, porselen, ağaç ve cam elyaf v.b. gibi malzemeler kullanılarak da yapılmıştır. Genellikle bir tarafı geniş, diğer tarafı dar bir boru görünümündeki çalgıda, hayvan derisi ve son zamanlarda ise çoğunlukla sentetik deri kullanılmaktadır. Deri bir kasnağa gerilir ve vidalar yardımıyla gerdirilerek ton sağlanır. Bu çalgının gövdesi üzerine, çeşitli yöre ve kültürel yapıya uygun süslemeler de yapılmış ve günümüzde de devam etmektedir.

12.7.7. Dümbelek
Şekil 32. Dümbelek
Anadolu’nun birçok yöresinde çalınmaktadır. Bu günkü darbukanın çömlekten (topraktan) yapılmış şeklidir. Yörelere göre deblek, dümbek ve dümbelek gibi adlar almaktadır. Daha çok kadınlar arasındaki çeşitli eğlencelerde kullanılmaktadır.
12.8. ÇARPMA ÇALGILAR
12.8.1. Kaşık
Şekil 33. Kaşık
Vurmalı bir Türk Halk Çalgısıdır. Özellikle şimşir ağacından yapılanı makbuldür. Sap kısımları parmaklar arasına alınır, oval kısımları ise sırta gelecek şekilde avuç içine alınarak çalınmaktadır. Bunun dışında farklı tutuş biçimleri de vardır. Bursa çevresinde sapın sonunda oyma tekniği ile hareketli parçacıklar oluşturulmuş ve buna tongurdaklı kaşık adı verilmiştir. Anadolu’da eskiden beri kullanılan ve ağaçtan yapılan çorba kaşıkları aynı zamanda çalgı olarak ta kullanılmaktadır. Türkiye’nin özellikle Silifke ve Konya yöresi halk oyunlarında yaygın olarak kullanılmaktadır.
12.8.2. Zilli Maşa
Şekil 34. Zilli Maşa
Vurmalı bir Türk Halk Çalgısı olan Zilli Maşa kullanımı eskisi kadar yaygın değildir. Maşa biçiminde iki ana kolun uçlarına ziller yerleştirilerek yapılmış olan tamamen sacdan ve demirden oluşan el yapımı olan bu çalgının yapımında dikkat edilecek en önemli husus zillerin kapandığında birbirine denk gelmesidir. Ancak o zaman tam ses çıkar ve akort sağlanmaktadır. Yine kaşık gibi kadınlar arasındaki eğlencelerde kullanılmaktadır.


13. BÖLÜM
13.1. TÜRKÜ
Türkü, ezgi eşliğinde söylenen Türk halk şiiridir.
Türküyü oluşturan dize grupları arasında tekrarlanan kavuştak bölümleri vardır. Türküler ezgilerine göre uzun havalar ve sırım havalar (oyun havaları)olarak adlandırılırlar. Genellikle anonimdir, konusuna göre ise ölüm, ayrılık, savaş, çocuk, doğa türküleri vardır.
Bir ezgi ile söylenen halk şiirinin her çeşidini göstermek için Türkiye’nin sözlü geleneğinde en çok kullanılan ad Türkülerdir. Kelime anlamı, Türkî yani Türk'e ait olan manasındadır.
Özel durumlarda yada ezginin, sözlerin çeşitlemesine göre ninni, ağıt, deyiş, hava adları da kullanılmaktadır. Türk halk edebiyatı nazım şekli ve türüdür. Ezgisi yönüyle diğer halk şiiri türlerinden ayrılır. Türküler genellikle anonimdir. İsimleri bilinen saz şairlerinin söyledikleri de giderek halka mal olmuş ve bunlar da anonimleşme eğilimine girmiştir. Türkü söylemeye "türkü yakmak" da denir. Türkü adı Türk sözcüğüne Arapça "ı" eki eklenmesiyle ortaya çıkmıştır. "Türk’e özgü" anlamına gelir.
Türkü sözcüğünün ilk olarak XV. yüzyıla ait Ali Şir Nevâî’nin Mizânü’l- Evzan (Vezinlerin Terazisi) adlı eserinde geçtiği bilinmektedir:“… ve yine bir şarkı türüdür ki ona Türkî denmektedir. Hikmet Dizdaroğlu, Anadolu’da türkünün ilk örneğini XVI. yüzyıl halk şairi Öksüz Dede’nin verdiğini belirtir. Türküler genellikle hece vezninin 7, 8 ve 11’li kalıplarıyla kıtalar halinde söylenir. Her kıta türkünün asıl sözlerinin bulunduğu bend ile nakarattan meydana gelir. Nakarat her bendin sonunda tekrarlanır. Bu kısım bağlama veya kavuştak diye de bilinir. Türküleri kesin ayrıma sokmak güçtür. Bir yörede yakılan türkü diğer bir yöreye şekli ve söyleniş biçimi değişerek geçebilir. Türküler ezgilerine, konularına ve yapılarına göre ayrılır.
Konularına göre;

Ezgilerine göre türküler
Kırık havalar: Usullü ezgilerdir. Alt türleri; türkü (genelde tüm kırık havalar için, özelde diğer türlerin dışında kalanlar için kullanılır), deyiş, koşma, semah, tatyan, barana, zeybek, horon, halay, bar, bengi, sallama, güvende, oyun havası, karşılama, ağırlama, peşrev, teke zortlatması, gakgili havası, dımıdan, zil havası, fingil havası dır.
Uzun havalar: Usulsüz ezgilerdir. Alt türleri; uzun hava (diğer türlere girmeyenler için kullanılır), barak, bozlak, gurbet havası, yas havası, tecnis, boğaz havası, elagözlü, maya, hoyrat, divan, yol havası, yayla havası, mugam dır. Ayrıca gazeller de özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde halk arasında söylenmektedir.
Konularına göre türküler
Ninniler ve çocuk türküleri, tabiat üzerine türküler, aşk türküleri, kahramanlık türküleri, askerlik türküleri, tören türküleri, iş türküleri, acıklı olaylarla ilgili türküler, güldürücü türküler, karşılıklı söylenen türküler, oyun türküleri, ağıtlar.
Yapılarına Göre Türküler
·  Mani kıt’alarından kurulu türküler: Birbirleriyle ilgili konularda söylenmiş manilerin sıralanarak ezgiyle okunmasından meydana gelir.
·  Dörtlüklerle kurulu türküler.Dörtlüklerle kurulu türküler adı üstünde dörtlüklerden oluşan türkülerdir.Bu tür türküler de anonimdir.


13.1.1. TÜRKÜLERİN ÖZELLİKLERİ
1.                      Türkülerde konu zenginliği vardır. Aşk, ayrılık, ölüm, tabiat, kahramanlık, güzellik başlıca konularıdır.
2.                      Hecenin yedili, sekizli en çok da onbirli kalıplarıyla yazılırlar.
3.                      Türküler genellikle dörder mısralı bentlerden oluşur.
4.                      Bazıları koşma şeklindedir.
5.                      Bazı tükülerde her bendin sonunda aynı dize veya dizeler tekrarlanır.bu tekrarlanan dizelere nakarat(kavuştak) adı verillir. Nakaratların ölçüsü bazen ana bentlerin ölçüsünden ayrı olabilir.
6.                      Türkülerin kafiye örgüsü genelde şöyledir: “aaab cccb dddb”,”aaabb cccbb dddbb” veya “aaabcc dddbcc eeebcc” şeklindedir.
7.                      Türküler ait oldukları bölgelere göre adlar alırlar .
8.                      Genelde anonimdirler ama söyleyeni belli olan türküler de vardır.

13.2. TÜRK HALK MÜZİĞİ
Türk halk müziği, Türkiye'nin çeşitli yörelerinde farklı ağızlar ve formlarda söylenen Türkçe yöresel etnik müziklerin tümü. Yapısal olarak Folklorun bir parçasıdır.
Türk halk müziği, kısaca (THM) sözlü halk müziği ve sözsüz halk müziği olmak üzere ikiye ayrılır. Sözlü halk müziğine genel olarak türkü adı verilir. Sözsüz halk müziği ise düzenli yöresel çalgı ezgileridir.
Türk halk müziği kapsamında dikkate alınan eserler, klasik ve modern olmak üzere ikiye ayrılır:
Klasik Türk halk müziği, çeşitli yörelerden derlenmiş birçoğu anonim olan türkülerden ve sözsüz halk müziklerinden oluşur. Anonim eserlerin sözü ve bestesinin kime ait olduğu bilinmez ve yöreye mal olmuştur.
Modern Türk halk müziği ise, 1970'li yıllardan sonraki dönemde eski yöresel müzik kalıpları örnek alınarak oluşturulmuş, sözü ve bestesi belli olan halk müzikleridir.
Türk halk müziği'nde çalınan çalgılar yöreye göre değişmekle birlikte temel çalgılar; bağlama, davul, zurna, klarnet ve darbuka'dır. Bunun dışında yöreye özgü sazlar bulunmaktadır. Örneğin kemençe Doğu Karadeniz; sipsi Teke yöresi'nde sıklıkla görülen bir çalgıdır. Türk halk müziği, halk oyunları ve halkbilim ile de yakından ilgilidir.
TRT kurulduğu yıllardan itibaren yöre yöre araştırma yaparak; pek çok anonim türküyü kaynağından derlemiş ve arşivlemiştir. Bu türküler, THM'nin temel kaynaklarıdır. Öte yandan, yöresel sanatçılar da yörelerindeki unutulmuş veya unutulagelen türkülerin pek çoğunu kayda geçirmişlerdir.
Türk halk müziği genel itibariyle şu yörelere ayrılır: Karadeniz, Trakya, Ege, Teke, Doğu Anadolu, İç Anadolu, Kafkas. Bunun dışında genel karakteristiğine göre; bektaşi, horon, halay, teke, zeybek gibi türlere ayrılır. Ayrıca il bazında türküler kategorilendirilmiştir.

13.2.1. MÜZİK
Bir sanat endişesi olmadan, halkın duygu ve düşüncelerini, sevinç ve acılarını, yiitlik, göç, sevgi, sıla özlemi ve daha nice güncel yaşamın toplumsal olaylarını, sade fakat içten gelen ezgilerle anlata bilen ve halkın ortak yaratma gücünün ürünü olan MÜZİK'tir.
13.2.2. TÜRKÜ:          
Halk müziği iki şekilde kendini gösterir: Sözlü ve sözsüz olarak. Sözlü halk müziği, bütün türleriyle halkın türkülerini, sözsüz halk müziği ise tüm halk oyunlarının ezgilerini kapsamaktadır. Halk türküleri Koşma, Yiğitleme, Taşlama, Ağıt, Ninni, Uzun hava, Destan, Kız ağlatma gibi konuları işler ve sevgi, özlem, gurbet, ayrılık, ölüm, askere gidiş, düğün, yerleşme, göç, kan davası, kına, nişan, gibi temaları konu alır ve içtenlik, sadelik, gösterişsizlik, alçak gönüllülük niteliği gösterir ve gercekci renk ve özellik taşırlar. Hiç bir halk türküsünün sözünde veya bir halk oyununun havasın'da  yapmacık, iki yüzlülük ve kabalık görülmez. Şakacılık teması işleyen türkülerin sözlerinde bile insanı çabucak kavrayan sıcak bir hava vardır. Sözsüz halk müziğine Ezgi sözlü halk müziğinede Türkü denir.

 Türküleri kaynaklarına göre;
A – Anonim
B - Aşık Ağzı, olarak ayırabiliriz.
A - Anonim;
Anonim türkülerin de elbette bir yakıcısı vardır. Kişinin veya kişilerin, çeşitli toplumsal olaylar karşısında etkileniş süreci içinde duygulanarak, sözü ezgiyle bütünleştirme sanatına yakım denir.Bu müzik olgusunda, yakımcı hiçbir zaman kişiselliğini ortaya koymaz, yaratısına damgasını vurmaz. Yakılan ezgi uzunhava veya kırık hava biçiminde olabilir. Çeşitli duyguları işler. Bazen; elemi, kederi, yası ağıt olarak, bazen; özlemi, ayrılığı kına havası olarak, bazende; neş'eyi, sevinci düğün havası olarak yaratır. Bu yaratılan ezgiler zaman ve mekan kavramı içinde, telden tele, dilden dile, kulaktan kulağa, nesilde nesile ve ustadan çırağa sanat kültürlenmesi yöntemiyle hiçbir yan etki olmadan yayılır ve yaşamını sürdürür, değişime uğrar. Bu değişim müziği açısından olduğu gibi, sözleri açısından da olur. Sürecin sonunda, türküyü yakanın adı silinir, türkü halkın ortak malı olur. yani Anonim'leşir. Bu anlamda Türkü'yü yeniden tanımlarsak "Yöresi, kimden alındığı belli; ama yakanı belli olmayan sözlü ezğilerdir" diyebiliriz.

B - Aşık Ağzı; 
Ağşık ağzı dediğimiz tür ise, yöresel sanatçıların, çeşitli olaylar karşısında yaktıkları, kendi adıyla çalıp söyledikleri türdür. Destanlar, koşmalar, koçaklamalar, güzellemeler, taşlamalar ve deyişler, aşık müziği içinde birer türdür. Ancak, bu yaratıların oluşumunda, aşık, kendisini toplumdan soyutlayamaz. Yöresinin anonim halk ezgilerini kullanarak şiirlerini çalıp söyler. Yörenin çalıp-söyleme tavır ve üslubuna sıkı sıkıya bağlıdır.Günümüzden örneklersek, Aşık Mahzuni Şerif'in "İşte gidiyorum çeşmi sayahım", "Nem kaldı", "Dumanlı dumanlı oy bizim eller" Aşık İsmail Daimi'nin "Buda gelir buda geçer" gibi eserleri örnekleyebiliriz. Aşık ağzı türkülerin çoğu, süreç içinde halkın değişimine uğrayarak Anonim'leşir.
13.2.3. TÜRK HALK MÜZİĞİNİN DOĞUŞU VE YAYILIŞI
Türküler genellikle bir olay, bir arzu ve bir heyecan üzerine doğarlar.
Türküler, başlangıçta sahibi belli ürünlerdir. Ancak zamanla, türkünün asıl sahipleri unutulur ve sonraki nesiller tarafından halkın dilinde dolaşa dolaşa farklı coğrafyalara yayılır. Türküler böylelikle anonimleşirler. Önceleri mahallî hüviyet gösteren türküler, zamanla millî hüviyete bürünürler. Türkülerin anonimleşmesinde, daha ziyade göçler, kervanlar, askerî sevkler, gurbete iş için gidişler, gezgin halk şairlerinin faaliyetleri, yakın zamanlarda basın ve yayın organları rol oynar.
Yayılma sırasında türkülerin sözlerinde ve ezgilerinde bazı değişiklikler vukua gelir. Kimi zaman bu değişiklikler türküyü tanınmayacak hale getirir; öyle ki, bu eserler karşımıza bir başka türkü olarak dahi çıkabilir. Türkülerin bu derece çeşitlenmesinin asıl sebebi kişilerin kabiliyetleridir. Kaynak şahıslar, ezgilerin yapısında önemli ölçüde değişiklik yapabildiği gibi, bu değişikliği türkülerin sözlerinde de yapabilirler.
Bunun yanında halk hikâyelerinden ve saz şairlerinin şiirlerinden vücut bulmuş türküler de vardır. Sözgelişi; bugün Âşık Garip, Kerem, Köroğlu, Karacaoğlan, Gevherî, Dadaloğlu, Dertli, Ruhsatî ve Emrah'a ait pek çok şiir halkımızın dimağında türkü olarak yaşamaktadır. Aşıklar şiirlerini, çeşitli nağmelerle söylerler. Keza tasnif ettikleri hikâyelerin manzum kısımlarında da aynı yola başvururlar. TRT Repertuarında Kerem, Kesik Kerem, Gevheri gibi âşıkların adıyla geçen türkülerin olması bunun açık delilidir.
 O yüzden gerek şekil gerekse konu bakımından türkü alanında âşıkların yaptığı katkı küçümsenemeyecek derecededir. 

13.2.4. TÜRK HALK MÜZİĞİNİN YAPISI VE TEKNİK ÖZELLİKLERİ
13.2.4.1. YAPISI
Türküler genellikle yedi, sekiz ve on bir hece ile söylenmişlerdir. Ancak az sayıda da olsa beş ve on beş heceli şiirler de vardır. Bunun yanında bağlantılarla vücuda getirilen türkülerde, bentlerle ve bağlantıların heceleri arasında eşitlik olmayabilir. Yani bent kısmı yedi hece olan bir türkünün bağlantı kısmı on bir hece olabilir. Bu tarzda ortaya konulmuş pek çok sayıda örnekler vardır.Sözgelişi şu örnekte bent kısmı yedi, bağlantı kısmı ise farklı sözlerden ve on üç heceyle söylenmiş farklı mısralardan oluşmuştur.
13.2.4.2. TEKNİK ÖZELLİKLERİ
A.Ses Sistemi: Türk Halk Müziğimizin en belirgin özelliklerinden biri yerel nitelikli olmasıdır. Yörelere göre farklı nitelikler gösteren Türk Halk Müziğini ve ses sistemini kura1laştırmak çok genelde mümkün olabilir ve genele gidildiğinde Halk Müziğinin yerel ve özel olma niteliğinin tanımlanabilme şansı kalmaz. Müzik eğitiminde ve tanımlamada kolaylık sağlamak amacıyla Sadettin Arel, Suphi Ezgi ve Murat Uzdilek tarafından geliştirilen Türk Müziği ses sisteminden yararlanılmaktadır. Bu sisteme göre diyez (#) 4 komadan bemol (b) 5 komadan oluşmaktadır. Ayrıca halk müziğimizde Muzaffer Sarısözen'den bu yana diyez ve bemol işaretlerinin üzerine koma değerlerini belirlemek üzere rakamlar konulmaktadır.
          En yaygın halk çalgımız olan bağlamada la tonuna göre son yarım yüzyıldan bu yana en çok kullanılan perde düzeni: la, si bemol, si bemol iki koma, si, do, do diyez üç koma, do diyez, re, mi bemol, mi bemol iki koma, mi, fa, fa diyez üç koma, fa diyez, sol, sol diyez, la olmak üzere 17 sesten oluşmaktadır.
Türk Halk Müziğini zengin kılan en önemli özelliği, üslup ya da tavır özelliğidir. Türkünün sesleri kadar, onun söyleniş biçimini belirleyen bu özellikler de önemli rol oynamaktadır. İşte bu özellikler, yöre yöre değişen karakteristik özellikleri belirler. Bazı ezgi ve üslupların çok kesin bir şekilde belli yörelere ait oldukları anlaşılmıştır.
         B.Usul Sistemi: Usul, ölçü yerine kullanılan bir kavramdır. Çünkü usul genel olarak Türk Müziğinde, ölçü yanında bir de tavır ve üslubu belirler. Türk Halk Müziğinde güney doğunun 5/8'lik parçası ile Köroğlu veya Sümmani'nin havasının 5/8'liği, tavır ve üslup olarak da birbirinden ayrılır. Kavramlaşmanın diğer söylenmesi gereken yönü ise, yine bu usullerin ölçü ile değil, belirli adlarla anılmasıdır: Karşılama, Zotlatma, Datdiri, Gakgili gibi adlar hızlı 9'lu vuruşlu usulleri, Metelik, Şıkıldım, Sağma, Zahma gibi adlar, 2 vuruşlu usulleri belirlemektedir.

Türk Halk Müziği usulleri üç bölümde incelenir.
1) Ana usuller ve üçerli şekilleri (2,3 ve 4 birim vuruşlu)
2) Bileşik usu1ler (5,6,7,8,9 birim vuruşlu)
3) Karma usuller (10 ve daha fazla birim vuruşlu)
Usullerle ilgili geniş bilgi, Sarısözen'in Türk Halk Müziği Usulleri kitabının içeriği anlatılırken verilmiştir.
C. Türler, Şekiller, Biçimler: Türk Halk Müziği ezgileri yapı bakımımdan uzun hava ve kırık hava olmak üzere ikiye ayrılır. Kırık hava; belirli bir dizisi olan ve bu dizi içerisinde belirli bir usulle seyreden ezgileridir. Kırık havalar, anlatım ve söyleniş biçimi gibi çeşitli unsurlara göre ''zeybek'', ''bengi'', ''güvende'', ''bar'', ''horon'' gibi değişik isimler alırlar. Uzun hava; belirli bir dizisi olan ve bu dizi içerisinde belirli seyri bulunup, serbest bir ağızla söylenen ezgileridir. çoğu zaman bir solist ses tarafından söylenmekle beraber, ''gurbet havası'' gibi ezgilerde eşlikli okumaya da rastlarız. Hem yöreden yöreye, hem de okunuş üslubu bakımımdan uzun havalar da ''maya'', ''hoyrat'' ''bozlak'', ''gurbet havası'', ''divan'', ''yol havası'' gibi formlara, biçimlere ayrılırlar. Bunlardan birkaçını açıklayalım: Mayanın, özel ezgisi yanında, en belirleyici unsuru sözlerdir. Hece ölçüsünün 8+3= 11 kalıbıyla yazılmış, dört dizeli şiirler söylenir. Doğu Anadolu'da yaygın olan bir uzun hava biçimidir. Ayrıca ''cılgalı maya'', ''düz maya'' gibi çeşitleri de vardır. Divan da aruz ölçüsünün ''failatün, failatün, failatün, failün'' kalıbıyla yazılmıştır. Daha sonra halk şiirinin 15'li hece ölçüsü ile söylenen şiirlere de ''divan'' denmeye başlanmıştır. Aruz ölçüsü ile şiir yazan şairlerin şiirlerini ''divan'' adında bir çeşit antolojide toplamalarından dolayı, bu tür yazılmış ve halk arasında da yaygın olarak söylenen parçaların hepsine bugün ''divan'' denmektedir. ''Müstezat'', ''Semai'', ''Kalenderi'' gibi çeşitleri hem şiir biçimi, hem ezgi bakımımdan birbirinden farklı olmasına karşılık, hep divan diye anılmaktadır.
Türk Halk Müziği ezgileri ayrıca sözsüz (çalgısal-enstrümantal) ve sözlü olmak üzere de ikiye ayrılırlar. Sözsüz ezgiler, belirli bir veya birden fazla çalgıya, söz eşliksiz olarak çalman kırık hava veya uzun hava türündeki ezgilerdir. Oyun havalarını, peşrevleri, güreş havalarını ve uzun hava ayaklarını (zemin, yol gösterici ezgi) örnek verebiliriz. Sözlü ezgiler, çalgı eşliği olsun ya da olmasın, halk şiiri tarzında yazılmış sözler aracılığı ile sadece sözle icra edilen ezgilerdir. Sözlü halk ezgilerinin en çok rastlanılan biçimleri ''bentlerden'' sonra, ''bağlantı'' (nakarat, kavuştak, dönderme) denen belirli kalıpların tekrar edildiği biçimlerdir ki; buna ''türkü'' adı verilir. Türküler, genellikle belirli bir konuyu işleyen ve anlam bakımından birbirine bağlı bentlerden meydana gelmiştir .Türkülerin diğer bir yaygın şekli ise ''mani dörtlük'' lerinden oluşan şeklidir. Bu dörtlüklerin arka arkaya kullanımında bir anlam bütünlüğü yoktur. Sonradan bir araya getirilmişlerdir.
13.2.5. TÜRK HALK MÜZİĞİNİN ÖNEMİ

Çok çeşitli tanımlarının içinde "kültür"ü "hayat tarzı" olarak kabul edersek, kültür değerlerimize geniş boyutlar getirecek yaklaşımlarda kazandırılabilir. Folklor ürünleri olarak işlenen "atasözleri"nin yanı sıra "türküler" de insanımızın hayat tarzından yansıyan yaşama şekilleridir. Bu yaşama şekli sosyal yapının en çok söylenen ve dinlenen folklor ürünlerinden olması sadece "halk edebiyatı ile halk musikisinin türkülerde bir araya gelmiş olmasına" bağlanamaz. Çünkü insanımız sevdasını, sevgisini, sevincini, tasasını, yiğitliğini, hüznünü, kederini, umutlarını, kısacası hayatının büyük bir bölümünü türkülerin dilleri ile söylemiştir. Bazen de fertlerin ayrı ayrı olduğu kadar bütün bir milleti benzer duygularla birleştirme görevini yapmıştır. Yurdun çeşitli bölgelerinde çalınıp söylenen türküler milli duyguların da mesajlarını taşımakla folklorik değer olarak kabul görmüş, kabul görmeye devam etmektedir.
Bir düşünürünün "bir milletin türkülerini yapanlar, kanunlarını yapanlardan daha güçlüdür" ifadesi çok anlamlıdır. Bu söz bile türkülerin, bir milletin hayatındaki önemini vurgulaması bakımından bir gerçeği ifade etmektedir. Bu gerçek de, bir milletin "hayat tarzı" içinde türkülerin kapsadığı bölümün oranını vermektedir
 Millet hayatında bu kadar önemli yer tutan türküler, çobanını bir başka, işçisini, memurunu bir başka, sanatçısını, şairini bir başka şekilde etkilemiştir. Her kesim etkilenişini hayatında farklı biçimlerde yansıtmıştır. Şair ise elbette ki şiirleri ile yansıtacaktır.
Şair, şiirin hasını da yazmış olsa Türk Milleti'nin içini dökmüş olduğu türkülerden ilham aldığı da olmuştur. Şiirlerde türkülerin farklı şekillerde işlendiği hemen dikkati çekmektedir. Türküler, konularından gelen özelliklerinden dolayı bazen şairin en güzel duygularına benzetilmiş, bazen türkülere benzemiş duygular. Özellikle bazı şairlerin, şiirlerinde türkülerin biçim ve muhtevasından faydalandığı açıkça görülebilmektedir. Hatta bazıları şiirlerinde türkülerden bir bölüm, bir mısra alarak kaynaklaştırmışlardır
Şairler, çeşitli vesilelerle şiirlerinin adına "... Türküsü", gibi isimler vermelerinin yanı sıra, doğrudan türkülerden de etkilenmişlerdir. Öyle ki bazı şiirler biçim olarak, söyleyiş kolaylığı ve duruluğu yönünden türküleri hatırlatabilmektedir. Hatta Türk şiiri ile türkülerin konularını karşılaştıracak olursak çok sayıda ortak konuları işledikleri görülmüştür. Mesela aşk, tabiat toplum, din, ölüm, yiğitlik, hasret ve gurbet, hüzün ve keder, vatan ve millet, kahramanlık gibi konular hem şiirimizde, hem de türkülerimizde ağırlıklı olarak işlenmiştir.
13.3. TÜRK HALK ÇALGILARI
Geçmişten bugüne kadar, ta Çin ortalarından Macaristan ovalarına kadar uzanan bir alanda, binlerce yıl hayatını sürdüren Türk toplumunun, müzik ihtiyacını gidermek için kullandığı, çeşitli karakterde bir çok çalgısı olması tabiidir. Anadolu’da bugün ve yakın zamana kadar kullanılmakta olan çalgıları, yapacağımız listenin daima eksik olacağını unutmamak şartıyla, şöyle sıralayabiliriz:
a)Telli Çalgılar:
I.Telli-tezeneli(tezene veya parmakla çalınan)çalgılar
- Meydan, divan sazları
- Bağlama, bozuk, tambura, çöğür.
- Cura, bulgarı
1.                      Tar, v.b.
II.Telli- yaylı çalgılar:
   Kopuz ıklığ,
   Kabak, rebab (rubbaba), eğit,
Karadeniz kemençesi, istanbul kemençesi v.b.
b)Nefesli Çalgılar:
1.                      Zurna
2.                      Kaval (dilli, dilsiz)
3.                      Düdük (dilli, dilsiz)
4.                      Çığırtma (çırıtma)
5.                      Sipsi
6.                      Çifte, tulum-çifte
7.                      Mey, balaban.
c)Vurmalı Çalgılar:
1.                      Davul(nağara), koltuk davulu,
2.                      Tef, kudüm (daire)
3.                      Darbuka (deblike, dümbelek, dümbek, küp)
4.                      Zilli maşa, çarpara, parmak zilleri, kaşık v.b
13.4. TÜRK HALK OZANLARI
YUNUS EMRE

On üçüncü yüzyılın ortalarında yaşadı. Medrese eğitimi gördü, arapça ve farsça öğrendi. Taptuk Emre’nin dergahında hizmet etti. Taptuk Emre’nin düşüncelerini yaymak için  Anadoluyu dolaşdı. Tasavvuf yorumunu benimsedi. “Yaradılanı severim, yaradandan ötürü” diyerek kendini bu yola adadı. Keskin bir gözlem gücü, derin bir hoşgörü anlayışı vardır. Şiirlerini hece ölçüsü ile yazdı. Aruz denemelerine yer verdi. Beyitler ve gazeller yazdı. Dili arı türkçe değildir. Yer yer arapça ve farsça tamlamalar kullandı. Sağlığında düzenlediği divanı bulunamadı. Günümüzdeki divanları derlemedir. İlim kendin bilmektir, mal sahibi mülk sahibi önemli eserlerindedir.
KÖROĞLU
Kimliği ile ilgili iki ayrı tartışma vardır. Birincisi 16. ve 17 yüzyıllarda yaşadı. Yeniçeri ocağında yetişen bir şairdir. 1578-1590 arasında Osmanlı-İran savaşlarına katıldı. Bir tür ordu şairidir. Diğeri ise Balkanlardan Orta Asya’ya kadar yayılmış geniş bir destansı ve türkülü halk öyküsündeki Kahraman Köroğlu’dur. Asıl adı Ruşen’dir. Bolu-Gerede  çevresinde yaşadı. Devlete karşı ayaklandı sivas tokat yolu üzerindeki çamlı bele yerleşip eşkiyalık yaptı. Ama adil bir eşkiyadı. Başka bir söylentiye göre de Bolu Bey’inin seyisi Yusuf’un oğlu Ruşen Ali asıl Köroğludur. Bolu beyi babası Yusufun gözlerine mil çektirdi. Ruşen Ali babasını sağaltmak için Aras Irmağına götürdü. Ama ilaç olarak köpükleri kendisi içip yiğitlik ve şairlik gücü kazandı. Çamlıbele yerleşip babasının intikamını almak bolu beyine savaş açtı “benden selam olsun bolu beyine” en ünlü eseridir.
DADALOĞLU
Doğum ve ölüm tarihleri hakkında kesin bir bilgi olmamakla beraber eldeki kaymaklardan 1785-1868 olarak belirlenmiştir. Yani 18.y.y son çeyreğinde doğup 19.y.y ortalarında öldüğü bilinmektedir. Güney illerinde dolaşan Türkmen Topluluklarının Avşar boyundandır. Yaşama hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığımız Dadaloğlu’unun şiirleri yazılı kaynaklar aracılığıyla değil sözlü gelenek sayesinde bugüne ulaşmıştır. Şiirlerinde göçerlik koşullarını, döneminde Orta Anadolu’da hüküm süren aşiretlerin kavgalarını ve osmanlı devletiyle savaşlarını yansıtır. Dili Anadolu Türkmen Boylarının kullandığı halk türkçesidir. Asıl ününü kavga türküleri ile yaptı. yüz kadar şiiri sözlü kaynaklardan derlenerek günümüze kadar ulaşmıştır. “kalktı göç eyledi avşar illeri” ünlü eserlerindendir.
AŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU
25 Ekim 1894’de Sivas’ın Şarkışla ilçesi Sivrialan köyünde doğdu. 21 Mart 1973’te Sivrialanda yaşamını yitirdi. Çocukken çiçek hastalığı yüzünden bir gözünü, daha sonra bir kaza sonucu diğer gözünü kaybetti. Anadoluyu kent kent dolaşıp şiirlerini sazıyla seslendirdi. Türkçesi yalındır, dili ustalıkla kullanır. Tekniği gösterişsiz ve neredeyse kusursuzdur. Yaşama sevinci ile hüzün, iyimserlikle umutsuzluk şiirlerinde iç içedir. Toplumsal olaylara ve siyasete ince eleştiriler yönelttiği şiirleri vardır. Aşık Veysel’e 1965’te TBMM anadilimize ve milli birliğimize yaptığı hizmetlerden dolayı özel bir kanunla vatani hizmet tertibinden aylık bağlamıştır. “Bu bendeki aşk olmasa, dostlar beni hatırlasın, uzun ince bir yoldayım, benimm sadık yarim kara topraktır” önemli eserlerindendir.
NEŞET ERTAŞ
 1938’de Kırşehir’in Çiçekdağı ilçesi Tırtıllar köyünde doğdu. Sesi ve sazı ile babası Muharrem Ertaşın yolundan gitti. Ankara’da TRT radyo evine girdi. Güçlü derlemeri, kendisine ait çok sayıda güfte ve besteleri vardır. Halen Almanya’da yaşamakta ve bir müzik evi çalıştırmaktadır. Neşet Ertaş babası Muharrem Ertaş ile adeta Anadolu’daki en olgun seviyesine ulaşan Türkmen-Abdal müzik birikiminin yeni bir yorumcusudur. Yoğun mahallilik unsurlarıyla donanmış bu müziği yöresinin dışına çıkarmış, ülke genelinde ve hatta yurt dışında bilinmesini ve tanınmasını sağlamıştır. “İki büyük nimetim var, yolcu, ahirim sensin” önemli eserlerindendir.

Hiç yorum yok: