HOŞGELDİNİZ

Aradığınız konularda size yardımcı olabildiysem ne mutlu

Bu Blogda Ara

12 Ekim 2010 Salı

DOĞUM GELENEKLERİ


Geçiş dönemlerinde ilki olan doğum dünyanın her yerinde olduğu gibi Anadolu’ da da her zaman mutlu bir olay olarak kabul edilmiştir. Dünyaya gelen her çocuk sadece anne babanın değil aynı zamanda akrabaları, komşuları, soyu ve sopu da sevindirmektedir. Çünkü her doğum ailenin akrabaların soyunun sayısını artırmaktadır.
 Sayının artması ise; gücün dayanışmanın artması bakımından önem taşımaktadır. Özellikle küçük topluluklarda ve etnik gruplarda aileler nüfuslarının çokluğu oranında kendilerini güçlü ve dayanıklı hissetmektedirler. Yaygın olan “çocuk ailede ocağı tutturur” sözü de toplumun bu konudaki değer yargısını ve aileye bakış açısını ortaya koymaktadır. Diğer bir boyutuyla incelendiğinde ise; doğum kadına duyulan saygınlığı artırdığı gibi, onun aile, akraba ve grup içerisindeki yerini de sağlamlaştırmaktadır. Baba ise evlat sahibi olarak geleceğe güvenle bakmakta,aynı zamanda da akrabaları ve yakınları arasında saygınlık kazanmaktadır. Çünkü çocuğu olmayan kadın yakınları tarafından ne kadar küçümsenirse, erkek de aynı şekilde çevresinden gelen baskının erkek yerine konulmamanın toplumsal ve ruhsal ezikliğini duymaktadır. Anaya benlik ve bütünlük, babaya güven, akrabaya, soya, sopa da güç kazandıran ve yaşamın başlangıcı olan doğum olayı gerek söz konusu çiftin gerek yakınları tarafından büyük önem taşımaktadır. Doğum ve onun kendi evresi içerisindeki evrelerine de bir takım geçiş töreleri ve törenleri eşlik etmektedir. Yaşamın başlangıcı olan doğum en önemli geçiş dönemlerinden olup; gelenek, görenek. Adet ve inanmalar hamile kadını ve çevresindekileri daha doğum öncesinden hatta çocuk sahibi olma isteğinden başlayarak birtakım adetlere uymaya bu adetlerin gerektirdiği işlemleri yerine getirmeye zorlamıştır. Böylece doğum annenin hamile kalma isteğinden başlayarak, yüzlerce adetin, inanmanın,  dinsel ve büyüsel özlü işlemin hücumuna uğrayarak adeta onlar tarafından yönetilmektedir. Anadolu’da doğumla ilgili adet, inanma ve gelenekler;

1)Doğum öncesi,
2)Doğum sırası,
3)Doğum sonrası olmak üzere üç ana başlık altında incelenmektedir.
6.1.1. DOĞUM ÖNCESİ
Doğum öncesi gelenek görenek, adet ve inanmalara yönelik uygulamalar; kısırlığı giderme, hamile kalma, aşerme, hamilelik, çocuğun cinsiyetini anlama, hamilelik esnasında hamile kadının kaçındığı davranışlar etrafından yoğunlaşmaktadır.
6.1.2. KISIRLIĞI GİDERME, GEBE KALMA
Gelin gittiği yerde saygınlık kazanması ,erkeğin gözüne girmesi ve soyun devamı için kadının doğurması gerekir. Kısır kadın özellikle geleneksel kesimde horlanır, ezilir. Çocuk sahibi olunamadığı durumlarda kusur çoğunlukla kadında aranmaktaydı.bu nedenle kadının gebe kalması için birtakım çarelere baş vurulurdu. Bunlar;
1)Dinsel Büyüsel Nitelikli Pratikler
A) Yatırlara,türbelere gidilir.Buralarda dualar edilir adaklar adanır.
B) Hocalara ve büyücülere başvurulur.Onlardan muska alınır,onların okuduğu üfürdüğü yemişler yenir.
2) Halk Hekimliği Kapsamına Giren Pratikler
A) Çeşitli buğulara oturulur. Örnek;bir kazan içerisine türlü otlarla hayvan gübresi konarak kaynatılır.Kısır kadın,su ılık duruma geldikten sonra,bu karışımın buğusuna oturtulur.Ayrıca bu günden sonra,on gün süreyle kadına bu ılık sudan içirilir.
B) Rahime çeşitli ilaçlar uygulanır.örnek;zencefil,beyaz soğan,kimyon karışımı temiz bir tülbende konur.çıkın yapılır.bu çıkın zeytin yağına batırılarak rahime konur.

C) Bel çektirilir, kasıklar sarılır.Örnek;yumurtayla kireç karıştırılır;ortaya çıkan hamur kıvamındaki karışım bele sürülür.Kadın bu şekilde bir saat kadar yüzükoyun yatıp bekler.
D) Kaplıcalara, içmelere gidilir.
3) Tıbbı Sağaltma Alanına Giren Yöntemler Oluşturmaktadır
          Günümüzde ise çocuk sahibi olunamadığı durumlarda kadın ve erkek aynı derecede sorumlu tutulmakta ve birlikte tedavi görmektedirler. Günümüzde de zaman zaman geleneksel tedavi yöntemlerine baş vurulmasına rağmen modern tıp yöntemleri hem kırsal kesimde hem de kent ortamında daha ön plana geçmiştir.
6.1.3. GEBELİKTEN KORUNMA ÇARELERİ
Dünyaya gelen her çocuk aileye maddi bir yük getirmektedir.Bazı aileler rızkı veren Allah diyerek hiçbir korunma yöntemi uygulamadan bol bol çocuk yaparlar.Herhangi bir nedenle çocuk yapmak istemeyenler birçok tedbire başvururlar.Bu tedbirler;
1)Rahmin ağzına pamuk veya sabun parçası konur.(cinsel temastan önce)
2)Oksijene batırılan pamuk rahmin ağzına konur.(cinsel temastan önce)
3)Sulandırılmış sodaya batırılan pamuk parçası rahmin ağzına konur.(cinsel temastan önce)
4)Nar kabuğu kaynatılarak, soğutulur ve bir hafta süre ile bu sudan sabahları aç karına bir fincan içilir.
6.1.4. GEBELİĞİN ANLAŞILMASI
Bir kadın gebe olduğunu vücudundaki değişikliklerden anlar.Karnı şişmiştir,adetten kesilmiştir ve aşerme başlamıştır.Kadın gebe olduğunu ilk annesine,annesi yok ise görümcesine söyler.Bunlar tarafından kocasına söylenir.Günümüzde ise gebe kalan kadın ilk olarak kocasına söyler.Gebelikten şüpheler varsa doktordan öğrenilir.

1)Gebe kalan kadının gözleri halkalanır veya bazı gebe kadınların saç, kaş ve kirpik dökülmeleri olur.
2 )Gebe kalan kadının kirpikleri ikişer üçer birleşir; kirpikleri birbirine yapışır.
6.1.5. AŞERME
 Hamile kadın halk deyimiyle “aş erme” aşamasına gelince bazı şeyleri yapmakta,özellikle belirli nesnelere bakmaktan,yiyecekleri yemekten kaçınmakta ya da tersine bazı şeyleri yemeye özen göstermektedir.Bu türden davranışlar fizyolojik olarak kadının bünyesindeki kimi maddelerin eksikliğini gidermek amacıyla yenilmesi gerekli görülmektedir. Aşeren kadın genellikle acı,ekşi ve baharatlı şeyleri yemekten kaçınmaya zorlanmaktadır.Bu tutum Anadolu’da çok olan “Ye ekşiyi, doğur Ayşe’yi” tekerlemesiyle de ifade edilmektedir.Buna karşılık olarak da aşererken tatlı yiyeceklerden yemek oğlan çocuğunun ön belirtisi olarak yorumlanmakta,bu durum da halk arasında; “Ye tatlıyı,doğur atlıyı” tekerlemesiyle anlatılmaktadır. Öte yandan,yaygın olan bir inançta tatlı,ekşi ayrımı gözetmeksizin,aşeren kadının canının çektiğini yemesidir. Çünkü yaygın bir inanışa göre canın çektiğini yemeyen kadın bunun zararını sonradan çocuğuna çektirir. Aşağıda verilen örnekler bu endişeyi ortaya koymaktadır.
Aşeren kadın ne bulursa yemeli.. ister iyi olsun ister kötü azda olsa tadına bakmalıdır.aşeren kadın her gördüğünü yemezse çocuğu şaşı,büyük boyunlu olur.
Ülkemizin çeşitli yerlerinde kullanılan aşerme durumunu niteleyen birçok ad, deyim ve yakıştırmalar vardır.Bunlar; aşeriyor, aş yeriyor, aşeren, aş veren, aş çalıyor, yerikliyor, yerüklü, yerikli, yergin, yerikleme, başı döngün, başı bozuk, başı bulanık…





6.1.6. DÜŞÜK YAPMAMAK İÇİN ALINAN TEDBİRLER
1)Ağır yük kaldırmamalı,üzülmemelidir.
2)Ata binmemelidir.
3)Beslenmesine dikkat etmeli,bol miktarda lahana ve havuç yemelidir.
4)yüksekten atlamamalı ve belini incitmemeli.
6.1.7. HAMİLELİK
 Kadın gerek hamileliği gerekse loğusalığı süresince çevresince bir çeşit hasta kabul edilmekte ve buna göre işlem görmektedir. Bir başka deyişle hamile kadının bağlı bulunduğu grup ya da cemaatin kültürel değerleri kadını hasta kategorisine sokarak ona hasta gözüyle bakmakta ve kadından bu değerlere uygun beklentilere göre hareket etmesini ve rolünü üstlenmesini istemektedir. Anadolu’da hamile kadına; yüklü, iki canlı, gebe, ağır ayak, koynu dolu, boğru dolu, guzlacı vb. adlarla tanımlanmaktadır.
6.1.8. ÇOCUĞUN CİNSİYETİ
 Hamilelik döneminin en önemli konularından birisi de çocuğun cinsiyetidir.Anne ve babanın erkek ya da kız çocuğu istemesinin dışında,belki onlardan da çok kişinin bağlı bulunduğu ailenin,grubun ya da toplumun isteği ağır basar.Geleneksel kültürümüzde erkeğin ağırlığı ve üstünlüğü düşünülürse,ilk doğan çocuğun erkek olmasının istenme yaygınlığı kendiliğinden anlaşılmaktadır.Bu isteğin yaygınlığından dolayı,gebe kadının üzerindeki baskı küçümsenemez.Bu bakımdan geleceğin annesi,doğuracağı çocuğun cinsiyeti etkileyeceğine inandığı bir takım inançlarla yüklüdür.Bunlar;
1)Kadının fiziksel görünümüne bakılarak, örneğin; annenin karnı sivriyse çocuk erkek, yayvansa kız olur ya da çocuk soldaysa kız, sağda ise erkek olacağına inanılır.
2)Kadının yediklerine bakılarak, örneğin; hamile olan kadının canı ekşi, acı çekerse kız, tatlı çekerse çocuk erkek olur.
3)Kadının davranışlarına bakılarak.
4)Çocuğun ana karnında oynama süresine bakarak, örnek; çocuk hareketli ise kız, az hareketli ise erkek olacağına inanılır.
5)Sancının geliş biçimi dikkate alınarak çeşitli yorumlar yapılmaktadır. Günümüzde ise; çocuğun cinsiyetiyle ilgili geleneksel yorumlardan daha yoğun olarak modern tıp yöntemlerine başvurulduğu gözlenmektedir.
HAMİLE KADININ KAÇINMALARI VE YAPMASI UYGUN GÖRÜLEN BAZI DAVRANIŞLAR
 Kadının hamile kaldığı andan itibaren; çocuğu annenin tüm davranışlarından etkileneceği bilimsel olarak kanıtlanmış olup; bu konuyla ilgili olarak Anadolu’nun geleneksel kesiminde çok yaygın olan inanış sistemi günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Bu inanış sistemi; hamile kadını bir takım davranışları yapmaya ve yapmamaya zorlamaktadır.
Yapmaması gereken davranışlara hamile kadın, hamileliği süresince;
a) Ayıya, maymuna, deveye bakmaz,
b) Balık, tavşan, paça, kelle yemez, sakız çiğnemez,
c) Cenazeye gitmez, cesede bakmaz,
d) Gizli saklı bir şeyi alıp yemez.
Gibi davranış biçimlerini örnek olarak verebiliriz.Yukarıdaki sayılanların dışında birtakım uygulamalar da vardır ki bunlar da aynı çıkış noktasından kaynaklanan olumlu istekle yüklü olan davranış biçimleridir.Hamile kadından yapması istenilen davranışlara ise;
a) Aya gökyüzüne bakar;çocuğun erkek ve güzel olması için.
b) Güzel kimselere bakar; çocuğun güzel olması için.
c) Gül koklar.
d) Ayva, elma, yeşil erik, üzüm yer gibi örnekler verilebilir.
6.1.9. DOĞUM SIRASI
 Anadolu’nun kırsal kesimlerinde geçmişte doğumlar köy ebelerinin yardımlarıyla köylerde evlerde yaptırılmakta doğum esnasında yapılan uygulamaların büyük çoğunluğu doğumun kolay olmasına yönelik uygulama ve pratikler oluşturmaktaydı.
Bu uygulamalara örnek olarak;
1) Kadının saç bağlarının çözülmesi,
2) Kilitli kapıların, sandıkların, pencerelerin açılması,
3) Kuşlara yem serpilmesi,
4) Kolay doğum yapan kadının, doğum yapacak olan kadının sırtını sıvazlaması,
5) Silah atılması,
6) Kadının sırta alınıp silkelenmesi,
7) Kadının yüksek bir yerden atlatılması,
8) Kadının bir bezin içerisine konarak sallanması verile bilinir. Günümüzde ise doğumlar hastanelerde yaptırılmakta,hastanelerin uzak olduğu dağ köylerinde ise diplomalı ebelerin yardımlarıyla yaptırılmaktadır.
6.2. DOĞUM SONRASI
Doğum sonrası uygulamalar;
1) Süt verme,
2) Çocuğun göbeği ve eşi,
3) Eşin düşmesi için yapılan uygulamalar,
4) Loğusalık,
5) Al karası inanışı,
6) Kırk basması,
7) Kırklama,
8) Ad verme,
9) Çocuk görme,
10) Diş Hediği,
11) Çocuğun nazardan korunması şeklindedir.
6.2.1. SÜT VERME
Modern tıp ve geleneksel kültür çocuğun en sağlıklı beslenme biçiminin anne sütüyle beslenme olduğu konusunda birleşmektedir.
Geleneksel kültürde çocuğa ilk süt üç ezan beklendikten sonra verilmektedir. Bu uygulamayla çocuğun ileriki yaşamında sabırlı olacağına inanılmaktadır. Kadının ilk sütüne “ağız” denmektedir. Ağız sütünü çocuk emmektedir. Ağız emmeyen çocuğun ileriki yaşamında zayıf ve güçsüz olacağına inanılmaktadır.
Geleneksel kültürde erkek çocukları kız çocuklarına göre daha çok emzirilmektedir. Bu davranışın nedeni oğlan çocuğunun daha güçlü ve kuvvetli olması isteğinden kaynaklanmaktadır.
6.2.2.ÇOCUĞUN GÖBEĞİ VE EŞİ
Hamile kadının yediği içtiği şeylerin, baktığı kişi, hayvanların ve nesnelerin çocuğu etkileyeceği tasarımı ve inancı varsa, çocukla göbeği ve eşi arasında da aynı inanç söz konusudur.Bu nedenle çocuğun geleceğini, ilerdeki işini ve geleceğini etkileyeceği inancıyla göbek gelişigüzel atılmaz.Bu uygulamaya örnek olarak göbek;
1) Cami duvarına, cami avlusuna gömülür.(Dinci olsun diye)
2) Okulun duvarına, bahçesine atılır.(Okusun diye)
3) Ahıra gömülür.(Hayvan sever olsun diye)
4) Suya atılır.(Kısmetini dışarıda arasın diye) verile bilinir.
5) Dikiş makinesinin gözüne konur. (Terzi olsun diye)
6) Kilere konur.(Bolluk ve bereket içerisinde yaşasın diye)
Çocuğun sonu,arkadaşı,eşi,yoldaşı gibi adlarla tanımlanır.Çocuğun sonuna çocuktan bir parça hatta çocuğun kendisi gözüyle bakıldığı için doğumdan sonra genellikle temiz bir beze sarılarak,temiz bir yere gömülmektedir. Günümüzde doğumlar hastanelerde gerçekleştiği için eşle ilgili geleneksel uygulamalar tamamen yok olmuş durumdadır. Göbekle ilgili adet ve inanmalar günümüzde de yaygınlığını sürdürmektedir.
6.2.2.1. EŞİN DÜŞMESİ İÇİN YAPILAN UYGULAMALAR
1) Eşin kordonuna ağır bir şey bağlanır.
2) Eşin kordonuna çarık bağlanır.
3) Doğum sonrası eş düştüğü halde ağrısı olan kadının karnında burç var demektir. Eşin bir parçası karına kalmıştır. Karın ovularak aşağıya indirilmeye çalışılır, karnın bir yerine sıkıştırılır ve bir kuşak bağlanır bu şekilde ağrı olmaz.
4) Düşen eş atılmaz yıkanır, bir beze sarılarak gömülür.
6.2.3. LOĞUSALIK
 Anadolu’da yeni doğum yapmış ve henüz yataktan kalkmamış kadına; loğusa, lohsa, emzikli, loğsa, nevse, kırklı gibi adlar verilmektedir. Doğumdan sonra kadının yatakta kalma süresi; kadının fizyolojik durumuna, doğumun güç ya da kolay olmasına, iklime, çevre koşullarına, ailenin ekonomik durumuna ve gelinin sevilme durumuna bağlıdır. Loğusalık süresi içerisinde kadının çeşitli doğa üstü güçlerin etkisinde olduğu Anadolu’da yaygın bir inanıştır. Geleneksel kesimde sıkça kullanılan “kırklı kadının kırk gün mezarı açık olur söylencesi” bu inanışı desteklemektedir.
1) Loğusanın sütü bol olsun diye soğan, un helvası, şekerli yiyecekler yedirilir.
2) Loğusanın ağrısı varsa balla ılık suya şerbet yapılarak içirilir.
6.2.4. AL KARISI İNANIŞI
 Loğusa ve kırklı çocuklara sataştığı ve kimi zaman da onları öldürdüğü tasarımlanan alkarısı; al, cazı, cadı, al anası, al kızı, al karası, koncoloz, goncoloz, kara koncoloz gibi adlarla tanımlanmaktadır. Anadolu’da ahır, samanlık, değirmen, terkedilmiş virane yerlerde, su kuyusu, su kaynakları ve loğusa kadın ve kırklı çocuğun yalnız olduğu yerlerde bulunduğuna inanılan al karısından korunmak için halk birtakım uygulamalara başvurmaktadır. Bu uygulamalara örnek olarak;
- Loğusa ve kırklı çocuğun bulunduğu yere süpürge, Kuran-ı Kerim, soğan, sarımsak, nazarlık asılması,
- Loğusa veya kırklı çocuğun yastığının altına iğne veya çuvaldız sokulması,
- Loğusa ve kırklı çocuğun yastığının altına kama, orak, bıçak vb. gibi kesici aletlerin konulması
- Loğusa ve kırklı çocuğun bulunduğu yere ekmek ufağı ve su konulması verilebilir. Al karısına ilişkin uygulamalar geçmişteki uygulamalara göre daha az olmasına rağmen günümüzde de devam etmektedir.
6.2.5. KIRK BASMASI İNANIŞI
Anadolu halkı loğusayla kırklı çocuğun doğumdan sonraki kırk gün içerisindeki hastalıklarına ve ileriki aylardaki gelişim eksikliğine; kırk basması, kırk düşmesi, kırk karışması, loğusa basması, aydaş gibi adlar vermektedir. Kırk günlük dönem içerisinde loğusa ve kırklı çocuğa birtakım canlı ve nesnelerin zarar vereceği inancı yaygındır. Kırk baskınlığını önlemek için yapılan pratik ve uygulamalar oldukça yaygındır. Kırk baskınlığını önlemek için; - Anne ve çocuk kırk gün dışarı çıkarılmaz, - Loğusa kadın ve kırklı çocukların birbirleriyle karşılaştırılmamasına dikkat edilir, Anadolu’da çocuğa kırk basması çocuğun gelişmemesi ve zayıflamasıyla ilişkilendirilmekteydi. Kırk baskınlığını giderme yolunda da dinsel, büyüsel birtakım pratik ve uygulamalara başvurulmaktaydı. Günümüzde artık bu türden uygulamalar yok denecek kadar azdır.
6.2.6. KIRKLAMA
Loğusa ve kırklı çocuğa kırk basmaması için loğusanın ve çocuğun serbeste çıkması için; kırk gün içerisinde genellikle kadın ve çocuğun yıkanması biçiminde yapılan uygulamaya “kırklama” adı verilmektedir. Yaygın olarak kullanılan “kırklama” tanımlanmasının dışında bu olaya halk arasında; “kırk dökme”, “kırk çıkarma” vb. adlar da tanımlanmaktadır. Anadolu’da kırklama işlemi en yaygın olarak kırkıncı gün yapılmaktadır.Bu süre yörelere göre farklılık göstermekte; 7., 20., 30., 37., 39., 41. günlerde de kırklama yapılmaktadır.Bu işlem yörelere göre şekilde bazı farklılıklar gösteriyor olmasına karşın içerikte aynı amaca yönelik bir uygulamadır. Doğumla ilgili adet ve uygulamalar içerisinde kırklama işlemini geçmişte olduğu gibi günümüzde de değişmez bir kural olarak geçerliliğini sürdürmektedir.

6.2.7. DOĞUMDAN SONRA ÇOCUK İÇİN YAPILAN MERASİMLER
6.2.7.1. AD VERME
Ad: bir kişinin, bir nesnenin, bir durumun ya da bir olayın adını koymadan onu bir belirtiyle, bir sıfatla nitelendirmeden rahat edilemez. Adsız her hangi bir şey, bir olay, bir durum çevrede tedirginlik yaratmaktadır.
Geleneksel kesimde çocuğa ad konması genellikle dinsel nitelikli bir törenle olmaktadır. Giderek etki gücünü yitirmekle beraber dinsel niteliğin yinede çoğu yerde etkinliğini sürdürdüğü görülmektedir.
Çocuğa ad koyma sıradan bir işi olmadığı için bu iş küçük çapta da olsa kutlanarak ve kutsanarak yerine getirilmektedir. Daha önce saptanmış olan “ad” ad koyma amacıyla düzenlenen toplantı sırasında çocuğa verilmektedir. Bu amaçla çağrılan din görevlisi veya dinselliğiyle tanınan saygın bir kişi ezan okumakta ve çocuğun kulağına üç kere adını söylemektedir. Ad hoca yoksa çocuğun babası ve dedesi tarafından da aynı uygulamalar yapılarak konulmaktadır.
Halk arasında çocuğa göbek adı koyma geleneği de yaygın bir uygulamadır. Çocuğun göbeği kesilirken konan ada “göbek adı” denmektedir.
Anadolu’da çocuğa göbek adı konulması;
-Çocuğun kabirde göbek adıyla çağrılacağı,
-Öte dünyada göbek adıyla çağrılacağı,
-Tövbe, talkın verilirken göbek adıyla çağrılacağı gibi dinsel nedenlerle açıklanmaktadır.
Kişinin asıl adının dışında özellikle yakınları ve bağlı bulunduğu grubun üyeleri tarafından çocuğa verilen ve rahatlıkla kullanılan bir ad konulmaktadır. Buna “takma ad” denmektedir. Bu daha çok geleneksel kesimlerde özellikle köylerde görülmektedir.
6.2.7.2.ÇOCUK GÖRME
Loğusayı ve bebeği görmek için kadınlar gelirler. Buna bebek hayırlama, bebek görmek, hayırlı olsun, gözün aydın ve çocuk bakma denir. Doğum yapan anneyle çocuğunu ilk on günde ziyaret, göz aydın olarak adlandırılır. Bu ziyaretler kısa olur, anneye geçmiş olsun temennileri iletilir. Hediye olarak süt ve tatlı mamüller getirilir, gelenler ağırlanır, çocuk gösterilir. Çocuğa ve anneye çeşitli hediyeler verilir. Gelenlere önce lokum dağıtılır ardından doğum şerbeti denilen kırmızı şerbet dağıtılır. Gelenler geçmiş olsun, güle güle büyütün, Allah analı babalı büyütsün gibi dileklerde bulunurlar.
6.2.7.3.DİŞ HEDİĞİ
Çocuk ilk dişini çıkardığı zaman, diş hediği dağıtma geleneği oldukça yaygındır. Çocuğun ilk dişini çıkardığını, ilkin kim görürse, o çocuğa bir hediye alır. Bu hediye genellikle giyim eşyasıdır.
Çocuğun ailesi, önce buğdayı kazanda haşlayıp “hedik”i hazırlar. Hedik, sade buğdaydan yapıldığı gibi, nohutla beraber haşlanarak da yapılır.
Diş hediği yapıldığında ya komşular eve hedik yemeğe çağrılır ya da hedik, tabaklara bölünerek komşulara dağıtılır. Hedik yemeğe gelen komşular, çocuğa para, giyecek eşyası gibi armağanlar getirirler.
Şehir kültürünün hakim olduğu yörelerde diş hediği töreninde, çocuk yere konulan bir sininin içine oturtulur ve etrafına kalem, Kur’an-ı Kerim, makas, altın, oklava, kitap vb. konarak, bunların içinden birisini seçmesi beklenir. Seçtiği şeye göre de çocuğun geleceği hakkında fikir yürütülür.
Çocuğun biyolojik gelişmesinin belirtilerinden biri de diş çıkarmadır. Yiyeceğin ezilmesinde, parçalanmasında ve öğütülmesinde birinci derecede rolü olan dişin ortaya çıkışı nedeniyle düzenlenen bu tören-eğlencede yiyeceği kutsama, çocuğun rızkını arttırma, bereketi çoğaltma gibi dileklerin yanı sıra çocuğun dişinin sağlam olması isteği de yer almaktadır.
6.2.7.4.ÇOCUĞUN NAZARDAN KORUNMASI
Halk arasında nazar için; Göz değmesi, göze gelme, kem göz kelimeleri kullanılır. Yeni doğan çocukların güçsüz ve zayıf olmaları nedeniyle bazı kimselerin bakış ve sözlerinden etkilendikleri düşünülmektedir. Bu nedenle önceden tedbirler alınmaktadır.
 -Ocaktan köz alınarak üzerine üzerlik otu atılır. Çıkan dumandan çocuk üç kez geçirilir.
-Kimin nazarının değdiği bilinirse elbisesinden bir parça alınarak közde yakılır. İsi çocuğun alnına sürülür.
-Kurşun dökülür. Kurşun ayrı bir kapta eritilir. Çocuğun üzerine tülbent örtülür. Eritilen kurşun çocuğun kafasının üzerinde tutulan su dolu kaba dökülür. Kızgın kurşun soğuk suda dağılınca nazar dağıldı diyerek ev süpürülür.

Hiç yorum yok: