HOŞGELDİNİZ

Aradığınız konularda size yardımcı olabildiysem ne mutlu

Bu Blogda Ara

16 Ekim 2010 Cumartesi

ANADOLU TÜRK MİMARİSİ (KESME TAŞ, AHŞAP İŞÇİLİĞİ VE TÜRK MİMARİSİ)

11. yüzyılın ikinci yarısından sonra Anadolu’da yoğun biçimde yerleşmeye başlayan Türkler, kısa zamanda İslam dininin ve kendi toplum yapılarının gereklerine uygun bir mimari ortamın yaratılmasına çalışmışlardır. Kuşkusuz Anadolu ilk kez 11. yüzyılın ikinci yarısında Müslüman topluluklarla karşılaşmıyordu. Özellikle Güneydoğu Anadolu da daha 7. yüzyılın sonlarında birçok eski kent, Müslümanlığın yaygınlık kazandığı önemli yerleşme merkezleri durumuna gelmiştir. Ancak Bizans İmparatorluğu’nun topraklarını daraltarak batıya doğru ilerleyen Türkler, Hıristiyan dünyasının mimari geleneklerine ve isteklerine karşılık, İslam dininin getirdiklerini yerleştirmeye çalışmışlardır. Kısa sürede çeşitli yerleşme merkezleri; başta cami olmak üzere türbe, medrese ve zaviye gibi dinsel amaçları ağır basan yapılarla donanmıştır. Bunun yanı sıra Türklerin daha önce Anadolu dışındayken özellikle üzerinde durdukları askeri ve sivil yapılar da dinsel yapılarla birlikte oluşmuş, Anadolu yeni bir görünüm kazanmıştır.
Konut mimarisi alanında Anadolu’nun kuzey bölgelerinde ahşap, güney bölgelerinde taş yapının ağırlık kazanmasına karşılık, diğer bölgelerde genellikle kerpiç ve hımış kullanımı ağırlık kazanmaktadır. Geleneksel konut yapımındaki bu görüntünün yanı sıra, anıtsal mimaride de çoğunlukla taş duvar yapımının geniş bir kullanıma ulaştığı görülür. Bu durum bir bakıma Iran ve Orta Asya’daki yapı tekniklerinden kopmanın en somut örneğidir. Yapıların örtü sistemlerinde ise ikili bir durum dikkati çekmektedir. Bir yandan düz ahşap çatı ve taş tonoz kullanılırken, öte yandan -Orta Asya ve Iran etkilerinin izleri olarak- tuğladan kubbe ve tonozlara da büyük oranda yer verildiği görülür. Tuğladan kubbe ve tonoz kullanılmasının bir önemli yanı da sürekli gelişmeye olanak tanımasıdır.Bu nedenle 13. yüzyıldan sonra Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı İmparatorluğu’nun geniş topraklarındaki anıtsal yapıların örtü sisteminde tuğla tonoz ve kubbe egemen olacaktır. Kuşkusuz bu egemenliğin yanı sıra ahşap kirişlemeli düz tavan örtünün tümüyle ortadan kalktığı


söylenemez. Özellikle ahşap camiler başlığı altında toplanan bir grup yapıda ve diğer bazı yapılarda bu sistem sınırlı oranlarda da olsa yaşamıştır.
Mimariye bağlı bezemede de ilginç gelişmeler söz konusudur. Anadolu’da özellikle Selçuklu ve Beylikler dönemi taş işçiliği, İslam ve Anadolu öncesi Türk mimari bezeme motiflerini geliştirerek sürdürmüştür.
Anadolu Türk mimarisinde başta cami olmak üzere mescit, zaviye, türbe, kümbet, medrese, tekke, hamam, kervansaray, bedesten, çarşı, köprü, kale, köşk-saray gibi değişik işlevli yapılar belirli yoğunluklarda üretilmiştir. Bu yapılar bazen tek başlarına, bazen de külliye dediğimiz değişik ya da yakın işlevli kimi yapıları bir araya getiren bir bütünlük içinde oluşturulmuşlardır. Sultanların, beylerin, devletin ileri gelenlerinin ve halktan bazı kişilerin dinsel, sosyal ve yer yer ekonomik amaçlarla yaptırdıkları bu yapıların, ayrıca vakıf dediğimiz bir sistemle uzun yıllar yaşamaları sağlanmıştır. Merkezinde caminin yer aldığı bu külliyeler, kendi dönemlerinde dinsel istekler dışındaki işlevleri de karşılayan yapıların bir araya getirilmesiyle oluşmuşlardır.
17.1.2. AHŞAP İŞÇİLİĞİ
Anadolu'da Selçuklu döneminde gelişmiş, kendine özgü bir şekil almıştır. Selçuklu, Beylikler dönemi ağaç eserleri daha çok mihrap, cami kapısı, dolap kapakları gibi mimari elemanlar olup gerçekten çok üstün işçilik göstermektedir. Osmanlı Dönemi ahşap işçiliğinde sadelik hakim olmuş, çeşitli teknikler daha çok sehpa, kavukluk, yazı takımı, çekmece, sandık, kaşık, taht, rahle, Kuran muhafazası gibi kullanım eşyası, pencere, dolap kapağı, kiriş, konsol, sütun başlığı, tavan, mihrap, minber (vaaz kürsüsü) , sanduka gibi mimari öğelerde uygulanmıştır. Ağaç işçiliğinde en çok ceviz, elma, armut, sedir, abanoz, gül ağacı kullanılmakta, kakma, boyama, künde kari, kabartma - oyma, kafes gibi teknikler uygulanmıştır. Ahşap işliğini Türkler bir çok eser üzerinde çok güzel ustalıkla işlemişlerdir.  Ahşap işçiliğine örnek olarak Türkiye’de bir çok örnek bulunmaktadır. Bunlardan bazıları; Eşrefoğlu Cami, Safranbolu Evleri, Meydancık Evleri, Bursa Ulu Cami’dir.
17.1.2.1. SAFRANBOLU EVLERİ
Safranbolu evinin boyutu ve biçimini belirleyen üç temel unsurdan söz edilebilir.
Çok nüfuslu büyük aile yapısı, yağışlı iklim, kültürel ve maddi zenginliktir.Evlerde ısınma ocaklarla sağlanır. Ocaktan alınan közler mangala konarak taşınır. Katlar arasında zaman zaman tecrit malzemesi kullanılmış olsa da ahşap evlerde ısının muhafazası güçtür.Soba ise son dönemlerde kullanılmıştır.
Din ve gelenekler evi dışarıya kapar. Bu yüzden ev içi ve bahçeler yüksek duvarlarla ayrılmıştır, pencereler kafeslidir, kadın yabancı erkeğe görünmez. Bazen aynı evin içinde bile kadınlar ve erkekler ayrı ayrı yaşarlar. Safranbolu’da selamlık ve harem olarak ikiye ayrılmış evler bulunur. Hacı Memişler Bağ evinde ve Kaymakamlar evinde harem ve selamlık girişleri değişik katta iki ayrı sokaktan sağlanmıştır. Aile yaşantısını tedirgin etmeden kolay ulaşılabilen bir odası da selamlık olarak kullanılır. Selamlık odaları biraz daha özenlidir.Üst katlara ahşap ustalığının üstün örneklerini sergileyen merdivenlerle çıkılır, ikinci kat diğer katlara göre daha basıktır. Bu katta gerektiğinde yatak odası olarak da kullanılabilen bir mutfak bulunur.Gündelik yaşam orta katta geçer soğuk kış günlerinde bu katın ısıtılması daha kolay olur. 
Üçüncü kat evlerde mükemmelliğe varılan noktadır.Odalara sekiz kenarlı bir çokgenden oluşan "sofa"nın daha kısa olan dört çapraz kenarından açılan kapılardan girilir. Odaların giriş kapıları köşelerdedir ve oda ile doğrudan teması kesen özel ahşap paravana düzeni bulunur. Bu doğrultuda her odada ahşap dolapların (yüklük) içerisinde bugünün duş kabinlerini andıran gusülhaneler mevcuttur. Safranbolu Evleri, yüzlerce yıllık bir süreçte oluşan Türk kent kültürünün günümüzde yaşamaya devam eden en önemli yapı taşlarıdır. İlçe merkezinde 18. ve 19.yy. ile 20.yy. başlarında yapılmış yaklaşık 2000 geleneksel Türk evi bulunmaktadır. Bu eserlerin 800 kadarı yasal koruma altındadır. Evler Safranbolu’nun iki ayrı kesiminde gruplanmış durumdadır. Birincisi "Şehir" diye bilinen ve kışlık olarak kullanılan kesim, ikincisi "Bağlar" diye bilinen ve yazlık olarak kullanılan kesim.
17.1.2.2. EŞREFOĞLU CAMİ
Anadolu'daki ahşap direkli camilerin en büyüğü ve orijinalidir. Konya'nın Beyşehir ilçesinin kuzeyinde, İçeri şehir Mahallesi'nde yer alır. 1296-1299 yılları arasında yapılmıştır.
Orta Asya'da Semer kant, Buhara gibi eski Türkistan şehirlerinde yer alan ağaç direkli camilerin ülkemizdeki bir örneği olan Eşref oğlu Camii, çok sayıda ahşap sütun üzerinde yükselir. Yüzyıllar boyu kış aylarında camiinin damındaki kar, çatının ortasındaki boşluktan ortadaki havuza atılmış ve ortamı nemlendirerek yakılan sobalardan ötürü ahşap sütunların çatlayıp kurumasını engellemiştir. 1965 yılında karlığın üstü camla kapatılmış ve işlevini yitirmiştir.
6  metre yüksekliğinde, çini mozaik ile kaplı çok görkemli bir mihraba sahiptir. Anıtsal bir taç kapısı vardır. Minberi tamamen ceviz ağacından, oymalı ve çatmalı tutkalsız yapılmıştır. İnanılmaz bir düzgünlük ve incelikte yapılan minber geometrik şekiller ve bitkisel bezemelerle kaplıdır. Caminin tavanı renkli kalem işi süslemelere sahiptir. Özellikle konsollardaki kök boyalı motifler dikkat çekicidir. Eşref oğlu Cami, Selçuklu Ulu Camilerinde görülen şu özelliklerin tamamını barındıran tek örnektir. Çoğul ahşap sütunlu, tavanı tamamen ahşap ve kalem işçiliği ile süslenmiş, minber tamamen ahşap ve Künde kari tekniği ile yapılmış, mihrabı çinili.
Beylikler Devri'nde Eşref oğlu Beyi Süleyman Bey tarafından yaptırılan bu camii, Eşref oğlu toplu yapıları içinde yer alır. Cumhuriyet döneminde 1934'ten itibaren zaman zaman tamir edilmiştir. Bu tamiratlar sonucu toprak çatı, önce kiremitle örtülmüş; sonra bakırla kaplanmıştır.
17.1.2.3. RUMELİ HİSARI
Rumeli Hisarı İstanbul'un Sarıyer ilçesinde Boğaziçi'nde bulunduğu semte adını veren hisar. Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul'un fethinden önce boğazın kuzeyinden gelebilecek saldırıları engellemek için Anadolu yakasındaki Anadolu Hisarı'nın tam karşısına inşa ettirilmiştir. Burası boğazın en dar noktasıdır. Mekanda uzun yıllardır Rumeli Hisarı Konserleri düzenlenmektedir.
Rumeli Hisarı, 1509 Büyük İstanbul Depreminde büyük zarar görmüş ancak hemen onarılmıştır. 1746 yılında çıkan yangında ahşap kısmı harap olmuştur. Hisar tekrar III. Selim (1789-1807) döneminde onarılmıştır. Hisarın kulelerini örten ahşap külahlar yıkılınca, kale içi küçük ahşap evlerle dolmuştur.
17.1.2.4. MEYDANCIK EVLERİ
Genellikle iki katlı olan bu ahşap evler doğayla uyumlu olmasının yanı sıra içinde yaşayan insanlar sağlıklı bir yaşam sürüyor özellikle astım hastaları çam ağacı kesteresinden yapılan bu ahşap evlerde sağlık buluyorlar.
Genellikle dört oda,bir ambar,geniş koridor ön cephede uzun bir balkon,balkonda bir adet veranda,tuvalet,banyo ve yiyeceklerle bazı eşyaları muhafaza etmek için kullanılan tavan arası bölmesi de yer alır.
 Evlerin yanında yörede “merek” denilen ancak samanlık olarak bilinen yuvarlak ağaçların birbirine monta edilmesiyle oluşan yapılardır.
 17.1.2.5. KASTAMONU MAHMUT BEY CAMİ
Candaroğlu Mahmut tarafından 1366 yılında yaptırılmıştır. Kuzey güney doğrultusunda dikdörtgen plan arz eder. Kuzey bölümünde üç bölümlü son cemaat yer alır. Ahşap direkler ahşap tavanla biter. Ahşap tavanın ortası daha yüksekçe yapılmıştır. Yan kısımlar daha alçaktır.Doğusunda bir pencere açıklığı,batısında minber yer alır. Ahşap işçiliğinin yanı sıra kalem işçiliği de ön plandadır. Bitkisel ve geometrik desenler göze çarpar.
17.1.2.6. BURSA ULU CAMİ
1400 yıllarında birici Beyazıt tarafında yapılmıştır. Dikdörtgen yapılı caminin üst kısmı 20 kubbe ile örtülmüştür.8 gen kasnaklara oturan kubbeler mihrap duvarına dik 5 sıra halindedir. Kasnak kubbeler mihrap eksenine daha dik olup yanlara doğru alçalmaktadır.
 Cami kesme taştan yapılmış olup caminin bedeninde her kubbeye denk gelecek şekilde sağır sivri kemerlere yer verilmiştir. Her kemerin içinde iki sıra halinde ikişer  pencere yer alır. Aynı süslemeye ve yapıya sahip 2 minaresi ve kurşun külahları bir yangın sonucu ortadan yok olmuştur onun yerine boğumlu taş külahlar yaptırılmıştır.
 Caminin orta kubbesinin altında şadırvan yer almaktadır.Caminin en dikkat çeken yapısı minberidir. Minberde güneş ve ona bağlı olan 9 tane gezegen ustalıkla betimlenmiştir.
17.1.2.7. KAHRAMANMARAŞ KALESİ
 Kahramanmaraş kent merkezindeki yığma tepenin üstündedir. Günümüze değin birçok onarım geçiren kalenin M.Ö. 1. yüzyıl - M.S. 2. yüzyıl arasında yapılmış olacağı düşünülmektedir.150x75 metre boyutlarında dikdörtgene yakın planlıdır. Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü duvarların bir bölümünü ve üç burcu onartmıştır. Bunlardan biri kalenin eski giriş kapısıdır. Kare planlı burcun dış duvarları kesme taş, iç duvarları ise moloz taştır. Yarıdan çoğu yıkılmış iç duvarlarda iç kapı koridoru ile kapı söve yerleri onarılmıştır. Burcun güney yüzünde sivri kemerli, çift kanatlı kapı yer alır. Ahşap kapı kanatları, kalın saç kaplanarak iri başlı çivilerle perçinlenmiştir. Burcun doğusu mazgal deliklidir.
17.1.2.8. ZİNCİRİYE (Sultan İsa) MEDRESESİ
1385 yılında yapılmıştır. Timur ve ordusuyla mücadele etmiş olan Melik İsa bir süre bu medresede hapsedilmiştir. Medresenin girişindeki taş işlemeler dikkat çekicidir. İki avlulu ve iki katlı olup, avlunun dışında kalan mekanlarla iyice yayılmış, dilimli kubbeleriyle uzaktan dikkati çeker. Medresede Sultan İsa Türbesi ve birçok eski kitabeler mevcuttur. Medresenin yüksekte kurulmasının amacı, rasathane olarak kullanıldığındandır. Mihrapta kullanılan taşa, ışık vurunca taş renk cümbüşüne dönüşür. Bu yapı Müze olarak da kullanılmıştır.
17.1.2.9. ABDULLATİF CAMİ
Abdullatif (Latifiye) Cami: Taç kapı yazıtında caminin mimar Abdullatif’in yaptığı anlaşılmaktadır. Günümüzdeki minareyi 1845te Musul Valisi Gürcü Mehmet Paşa yaptırmıştır.Doğudaki taç kapı Mardin‘deki kapıların en iyi korunmuş olanıdır. Caminin güneyindeki avluya geçiş yerleri geç dönemlerde küçültülmüştür. Günümüzdeki yapıya doğudan açılan kapıdan girilmektedir. Minber ve mahfil, geç dönem Selçuklu ahşap işçiliğinin özgün örnekleridir.
17.1.2.10. SAMSUN LADİK SAAT KULESİ
Çok eski bir tarihi geçmişi olmasına karşın, deprem ve zamana bağlı olarak doğal yıpranmaların yanı sıra tarihsel dokun korunmasına yönelik olarak fazla ihtimam gösterilmemiş olması Ladik açısından bir talihsizliktir.
Eski çağlardan günümüze uzanan tarihi eserlerinin birçoğunu depremde yitiren Lâdik, yine de tarihi eserlerinin çokluğu ile ünlüdür. Lâdik Kalesi, Saat Kulesi, Seyit Ahmed-i Kebir Türbesi, Avcı Sultan Mehmet Camii, Bülbül Hatun Camii, Sunullah Paşa Türbesi, Cuma Camii, Eski Hamam'ı, Dikilitaş Türbesi bunlardan bazılarıdır.
Lâdik ilçe merkezindeki kulemiz aslında küçük bir tepe üzerindedir. Ancak bu tepeciğin çevresi ayrı mimari ile örülünce ortaya alışılmışın dışında bir saat kulesi çıkmış. Ladik Saat Kulesinin üzerinde bulunan kitabesinden öğrenildiğine göre, kuleyi Kaymakam Reşit Bey 1889 yılında tamamlanmıştır. Lâdik Saat Kulesi çokgen bir kaide üzerinde yuvarlak gövdeli ve şerefelidir. Minareyi andıran saat kulesi kare prizma şeklindeki şerefe üstü bölümünün dört yüzüne yuvarlak kadranlı birer saat yerleştirilmiştir.Kulenin gövdesi üzerinde pencere bulunmamaktadır. Bezeme olarak yalnızca şerefe altında şerit halinde kabartma kuşaklara yer verilmiştir. Lâdik ilçe merkezindeki kulemiz aslında küçük bir tepe üzerindedir. Ancak bu tepeciğin çevresi ayrı mimari ile örülünce ortaya alışılmışın dışında bir saat kulesi çıkmış.
17.1.2.11. YAKUTİYE CAMİ
 Bu cami Bayburt Cumhuriyet Caddesi üzerinde, eski Yakutiye Medresesinin bulunduğu alan üzerindedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Bayburt halkının yardımlaşması ile 1913-1915 yılları arasında yapılmıştır. Cami ve minaresi tamamen kesme taştan olup, işçiliği taş işleme sanatının güzel örneklerindendir.
Bunlardan başka Bayburt'ta Yukarı Hinzeverek camii, Yakutiye Camii, Zahit Efendi Cami,Çarşı Hamamı, bent Hamamı, Kondolotlar Hamamı ve Şehit Osman Türbeleri gibi tarihi ve turistik değeri olan eserler de vardır.
17.1.2.12. İNCE MİNARELİ MEDRESE
Yapının mimarı Keluk bin Abdullah'tır.Avlusu kapalı medreseleri grubundadır. Tek eyvanlıdır. Doğusunda yer alan taç kapı, Selçuklu Devri taş işçiliğinin en güzel örnekleri arasındadır.
 Kubbe kasnağında kûfi yazı ile "El-Mülkü-Lillah" "Ayet'el Kürsi" yazılıdır. Anıtsal yapının ön cephesi kesme taştandır ve yan duvarlarının dış cepheleri moloz taştan yapılmıştır. Kuzeyinde yer alan mescitten bugün yalnız tuğla örgülü mihrabı kalmıştır. Yapıya adını veren minarenin kaide kısmı muntazam kesme taş kaplamalıdır. Beden kısmı tamamen tuğla örgülüdür. Minare türkuaz renginde, beyaz hamurlu tuğlalarla örülmüştür. Minarenin orijinali iki şerefeli iken, 1901 yılında düşen bir yıldırım iki şerefeden birini tahrip etmiştir. 1876-1899 yıllarında tamir edildiği bilinmektedir. Cumhuriyet Devrinde 1936 yılındaki çalışmalardan sonra1956 yılında Taş ve Ahşap Eserler Müzesi olarak hizmete açılmıştır. Müzede Selçuklu ve Karamanoğlu Devrine ait taş ve mermer üzerine oyma tekniği ile yazılmış inşa ve tamir kitabeleri, Konya Kalesi'ne ait yüksek kabartma rölyefler, çeşitli ahşap malzemeye oyma tekniği ile yapılmış geometrik ve bitkisel motiflerle bezenmiş kapı ve pencere kanatları, ahşap tavan göbeği örnekleri ve mermer üzerine işlenmiş sandukalar teşhir edilmektedir.
Başkenti Konya olan Selçukluların sembolü çift başlı kartal ve kanatlı melek figürlerinin en güzel örnekleri de bu müzede sergilenmektedir.
17.1.2.13. BAĞDAT KÖŞKÜ
İstanbul’da Topkapı  Sarayı içinde bulunan bir köşktür. Kitabesi Revan Köşkü ile aynı olan Bağdat köşkünün yapımına, IV. Murat Bağdat seferine giderken başlanmış ve 1639 yılında da yapımı bitirilmiş olmalıdır. Ancak Naima’nın yazdıklarından köşkün iç mekanındaki süslemelerine IV. Murat’ın ölümünden sonra da  bir süre daha devam edildiği anlaşılmaktadır.
Bağdat Köşkü’nün plan şeması yine IV. Murat tarafından yaptırılmış olan Revan Köşkü’nün planı ile benzerlik göstermektedir. Köşkün planı, kubbeli mekanın dört eyvanla genişletildiği sekizgen şemadan oluşmaktadır. Eyvanların mekandan daha fazla yararlanabilmek hatta manzara yönlerini arttırmak amacıyla kullanıldığı düşünülebilir.
Dekorasyonu ile klasik Osmanlı sanatının en yüksek noktasını temsil edebilecek özelliklere sahip olan Bağdat Köşkü’nde kullanılan çinilerin o döneme ait ahkam defterleri eksik olduğundan nerede yaptırıldığı saptanamamıştır. Bu dönemdeki Osmanlı çiniciliğinin en seçkin örnekleri olarak gösterilen bu çiniler bir önceki yüzyılda yapılmış çinilerle karşılaştırılarak kullanılmış olabilir. Öte yandan köşkün iç ve dış mekanlarında boya ve sıva yerine renkli mermerle beraber çini kullanımı, değişime karşı bir tutum olarak da kabul edilir. Zira bu yapılar için sürekli kullanımı gerektiren bir kaplama malzemesi olarak da tercih edilmiştir. Köşkün tavan süslemeleriyle de klasik devrin tesiri altında kaldığı ve bunların XVII. Yüzyılın ilk yarısının en önemli tavan süslemeleri olarak da değerlendirilmelerine karşın cephe kaplama biçimlerindeki yenilik, köşkte klasik Osmanlı sanatıyla beraber yeni arayışların da etkili olduğunu göstermektedir.
Kesme taştan inşa edilmiştir. Yapının kaide kısmındaki taş örgüler kaplanmamıştır. Asıl köşk katında duvarlar mermer kaplamaların arkasında gizlenmiştir. Köşkün revaklarını oluşturan kemerler beyaz mermer ve kırmızı hareke taşından örülmüştür. Revakı oluşturan kemerler ise beyaz mermer sütunlardan olup, başlıklarında badem motifleri vardır. Revakın döşemesi kesme taşla kaplanmış tavanı ise çıtalarla bezenmiş ve yeşile boyanmış ahşap kaplamadır. Revak sütunları arasında beyaz mermerden yapılmış şebekeli korkuluklar yer alır. Dış cephe alt pencerenin üst kotundan sonra beyaz zemin üzerine enginar ve nar çiçekleriyle bezenmiş çinilerle kaplanmıştır. Bağdat köşkünün kapı ve pencereleri ile dolap kapakları abanoz ağacından yapılmıştır.

Hiç yorum yok: