HOŞGELDİNİZ

Aradığınız konularda size yardımcı olabildiysem ne mutlu

Bu Blogda Ara

16 Ekim 2010 Cumartesi

TÜRK HALK MÜZİĞİ

Tanım: Toplumların hayatından kaynaklanan duygu, düşünce ve zevklerini işleyerek dile getiren, ait oldukları toplumun kültürünü yansıtan sözlü ve sözsüz ezgilerdir.
11.1.1. KÖKENLERİ:
Türk halk müziğinin kökeninde türkü bulunur. Türke özgü anlamındadır.
Türkünün diğer halk şiirlerinden farkı ezgisinden gelir. Bir şiir ezgiyle söylendiğinde türkü haline gelir. Bu yüzden halk arasında ezgiyle söylenen bütün halk şiirleri türkü olarak görülmüştür. Bu durum kesin bir türkü biçimi saptamayı yada biçimden yola çıkarak türküyü öteki türlerden ayırmayı zorlaştırmaktadır.
Türk halk müziğinin kökleri Şamanlara kadar uzanır. Bu dönemde şiirler Şamanlık motifleri taşır ve törensel bir yapıları vardır.
Şamanlardan günümüze halk ozanları kalmıştır. Türklerin göçlerle yer değiştirmeleri ve gittikleri yerlerin kültürleriyle de karşılaşmaları ve bunlardan etkilenmeleri halk müziğini yeni boyutlara taşımıştır. Mani, koşma, varsağı, semai, destan türkünün temellendiği halk şiiri türleridir.
11.2. TÜRK MÜZİK TARİHİNE GENEL BAKIŞ
İnsan düşüncesinin ürünü olduğu kadar duygusal bir deşarj yolu da olan müzik, yaratıldığı ortamla, çağın dünya görüşü ile, kısaca insan yaşamı ve toplumla, bütün diğer sanatlar gibi sıkıca bağlıdır. Müzik yoluyla bir yandan günlük yaşamın üstüne çıkıp güç kazanırken, bir yandan da birlikte yaşamanın kurallarını öğreniriz.
İnsana, bütün sanatlardan daha büyük bir kolaylık ve etkileme gücüyle ulaşan müziği “seslerle düşünme, sesler aracılığı ile yaşamı duyumsama ve geliştirme yolunda insan gerçeğinin, bütün ilişkileri içinde, araştırılması ve aktarılması sanatı” olarak tanımlayabiliriz. Bu arayışta en çarpıcı amaç, insanı korumaktır. Bu koruma işlevi bugün artık somut olarak görülen ve hemen kavranabilen bir özellik değildir.
Müzik, matematiksel bir mantık, disiplin, zamanı kullanma, susma, dialog kurma, hareket etme ve ilişkiler sanatıdır.
Yalnızca sınırlı bir bölümünü sesler ve gürültüler halinde kavrayabildiğimiz titreşimler, doğanın en belirgin kanıtıdır. Normal yapıda her insan, işitme ve müzikle ilgili yetilerden kendi payına düşeni almış olarak doğar. Müziği, varlığına, aldığı eğitime, ırkına, yaşadığı çağa göre üretir.
Müzik malzemesi, insan doğmadan milyonlarca yıl önce hazırdı. Çünkü doğa, sonsuz bir “sesli malzeme”dir. Gök gürültüsü, yer kayması, yer sarsıntısı, suyun akışı ve çalkantısı havanın dar boğazlardaki hareketi gibi olaylar, doğadaki sayısız sesler ve titreşimlerden bir bölümünü oluşturur.
Kapalı ilkel toplumların incelenmesi yoluyla ilk insanların müzik eğilimleri ve üretimleri hakkında yaklaşık bilgiler edinilebilmektedir. Bu, geçmişin örtüsünü kaldırmanın bir yoludur ve oldukça güvenilir bir yöntemdir. İlk insanlar gök gürültüsünde doğa üstü güçlerin simgesini, fırtınanın uğultusunda kötü ruhların sesini, denizin sakin görüntüsünde ya da patlamasında tanrıların iyiliğini ya da öfkesini buluyorlardı. Yankı bir çeşit kehanet, vahşi hayvanların sesleri bilinmeyenin habercisi olarak algılanıyordu. Böylece, insanlığın başlangıcında din ve müzik birbirine karıştı. Kısıtlı bir sözcük dağarcığına sahip olan ilkel insan gördüklerini adlandırıyordu. Duygularını, içgüdülerini ve kutsal güçlere inancını anlatmak için hemen o anda kendiliğinden düzenleniveren seslerden yararlanıyordu.
         Giderek müzik, ninni ya da matem şarkısında olsun veya büyüyle karışmış bir törende olsun, ilkel insanın, bütün gereksinmelerine cevap verecek biçimde ve her alanda varlığına sıkıca girdi. Günümüze ulaşan bilgiler ile kapalı toplumların yaşamları incelendiğinde ilk insanın, hançeresinden kuş seslerine benzer tiz sesler, vahşi hayvan homurtuları gibi pes sesler çıkardığı ve bunları doğa karşısında güçlü olmak için kullandığı varsayılmaktadır.
Müziğin doğasında olan ses, böylece kullanılır hale gelmiş olmaktadır. Ritm ise, gelişmeye başlayan insanın, kutsal güçlere karşı kendini af ettirme isteklerini açığa vurduğu ve doğa karşısında, kazanım çoşkularını simgeleyen törenlerde ortaya çıkmaya başlamıştır. Güç kazanılmış bir avın çevresindeki kutlama törenlerinin, ava çıkmak için yapılan törenlerin dansla ilişkisi açıktır.
İnsandaki ritm duygusunu, “bir vuruş, bir gürültü ya da bağırışın tekrarından ve simetrisinden doğan haz” biçiminde tanımlayabiliriz. Doğadan aldığımız en kesin mesaj ritmdir kuşkusuz. Simetri, tekrar, düzenli tekrar, yankı... Görünüşteki dağınıklığa karşın her şey tamamen ölçülüdür. Gece ve gündüz, mevsimler, üreme, filizleme, çiçek açma, solma, yaşam ve ölüm...hepsi kesin bir disipline boyun eğer. Bu da insanoğluna, doğanın ve kendi mekanizmasının ritmlerle çevrili olduğunu kısa sürede kavratmıştır.
İlk insan, ayakları, elleri ve gırtlağı ile yarattığı ölçülü iskeleti giderek çeşitli seslerle doldurdu. Zamanla basınçlı hava sütununun tınısını buldu, onu bir tüp içinde titreştirmeğe başladı. Delik bir öküz boynuzu, içi oyuk bir kamış ya da kemikten uyumlu sesler çıkarttı. Zengin üfleme çalgıları böyle doğdu. Avcılıkta kullandığı gerilmiş yayın çıkardığı ses, yeni bir çalgı ailesinin doğmasına neden oldu. Bundan sonra müzisyenler sesin ve tınının sırlarını çözmeye uğraştılar.
İlkel insandan kavim yaşamına geçildikten sonra, müzik toplumsal yaşama da girdi. Her toplum kendi yaşam biçimine, değerlerine, inanç ve törelerine uygun müzik üretti. Kendi çalgılarını, ezgilerini, ritmlerini oluşturdu.
Türk müzik tarihi de kendi bünyesinde, kendine has ve kendi ürettiği biçimi ile genel müzik tarihi içinde yerini aldı. Türk müzik tarihi “hem Türk’lerin tarih boyunca müzik ile olan her türlü ilgisinin, hem de Türk müzik sistemi ile bu sisteme karışan her türlü müziğin teknik gelişmelerinin incelenmesi  biçiminde tanımlanabilir.
         İlk çağlardan itibaren Dünya’da gelişen ve yayılan Türk’ler, müzikteki ilerlemelerini gittikleri yerlere taşımışlar ve geliştirmişlerdir. Bugün Türk’lerle ilgisi olan tüm ulusların müziklerinde, Türk müziğinin etkisi görülmektedir. Bir çok batılı besteci, eserlerinde Türk motiflerini işlemiştir. Kısaca Türk müziği etkisine Asya, Avrupa, Orta Doğu ve Afrika’nın bir bölümünde rastlamak mümkündür. Ayrıca Türk’ler, nota ve müzik aletlerinin gelişmesine de öncülük etmişlerdir. Kemençe (ıklığ), tar, kopuz, saz, vurmalı çalgılardan davul, tef, kudüm, kös vb. bunlara en iyi örneklerdir.
Türk müziğinin tarihsel gelişimi ve dönemleri ise 2 ana başlık altında toplanır.

         1- Türk Halk Müziği’nin tarihsel gelişimi.

         2- Klasik Türk Müziğinin tarihsel gelişimi.
11.3. TÜRK HALK MÜZİĞİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ
Halk müziği, dünyanın her tarafında o ülkenin aydınları tarafından yaratılan müzik türlerinden farklı olmuştur. Halk müziği ile, aydınlar tarafından yaratılan müzik türleri arasında en önemli fark, halk müziğinin anonim olmasıdır. Halk müziği ülkenin bir ürünüdür. Milletlerin öz varlığının yüzyıllar boyunca dile gelmesinden doğmuştur.
Günlük hayatı yansıtan ezgi, ritm ve tonalite bakımından değişik bölgelerde farklılıklar gösteren bu müzik kolu, doğal ve sosyal konuları dile getirir. Bu müzik türü ritm, ezgi ve tonalite bakımından renkli ve zengindir.
Alman müzikoloğu Hugo RİEMANN’a göre halk müziği ”ezgi ve sözleri kimin tarafından yapıldığı belli olmayan, bir çok sebeple halk tarafından kabul edilmiş ve halk ezgisi ifadesine bürünmüş, melodik ve armonik bünyesi kolayca anlaşılan ve popüler bir eda taşıyan müzik türü”dür
Türk Halk Müziği ise “Türk milletinin esasını oluşturan büyük halk kitlesinin, tarih boyunca ve her medeniyet dairesinde kendi kendine yarattığı, içinde eski müzik geleneklerini devam ettirdiği, anonim bir karakter taşıyan halk sanat türü”dür. Halil
Beddi YÖNETKEN’e göre “folklorik, anonim bir değer taşıyan, vücuda getiricisi belli olmayan, Türk köylüsünün, Türk aşiretinin, Türk aşıklarının müziği”dir.
Bu sanat; köy, küçük kasaba halkının öz müzik kültürünü teşkil eder. Türk Halk Müziği kendi özel metrik ve model bünyesi içinde, kendine has müzik aletleri, vokal ve enstrümantal müzik türleri ile, orijinal bir içerik taşır dönemleri 3’e ayrılır:

         1- İlk Dönem. (İslamiyet’ten Önceki Dönem)

         2- İslamiyet Etkisi Altındaki Dönem.

         3- Bugünkü Dönem.

         11.3.1. İlk Dönem (İslamiyet’ten Önceki Dönem)
         Türk boylarının tarih sahnesinde göründüğü Orta Asya’da ilk medeniyet izleri arasında, kopuz ve onun kullanılması ile, halkın yaşayışının ifade edildiği ezgilerin varlığı bilinmektedir.
Türkler İslamiyet’i kabul etmeden önce Şamanizm’in etkisinde kalarak (bazı Türk boylarında, Gök Tanrı inancı, Maniheizm ve Budizm inancıda vardır.) dini görüşlerini yönlendirmişler, dini ayinlerinde müziği kullanmışlardır. Yuğ törenlerinde (yas günleri, ölülerinin arkasından yaptıkları törenler), toy ve şölenlerinde (yılın belli dönemlerinde hayvanları yedikleri törenler), müziği bir etkileme gücü, ruhsal boşalımın bir aracı, eğlencelerinin bir parçası olarak kabul etmişlerdir. Ayrıca, devlet, millet birliğini oluşturan; savaşta orduya duygu veren, yürüyüş ve hareketini düzenleyen de ses ve ritm dir.
Elimizde pek fazla kaynak bulunmamasına rağmen Dede Korkut hikayelerinden, Orhun Anıtlarından Türklerin halk müziğinin günlük yaşamın içersine girdiğini bilmekteyiz. Özellikle Dede Korkut’un günümüze kadar ulaşan hikayeleri bu konudaki en değerli hazine gibidir. Dede Korkut’un kitabında tasavvuf ve mistiklik aramak, hem güç ve hem de doğru değildir. Bununla beraber, İslamiyet’ten ve her türlü yabancı dinden arınmış, en eski Türk mitolojisinin bir çok mith ve mythos’larını görmek ve duymak da mümkündür. Dede Korkut’a Türkmenler ve Orta Asya Türk’leri tarafından Korkut- Ata denmektedir. Kazakların kopuz ve tanbure, dombra gibi sazlarını bulan da Korkut Ata’dır.
Türk’lerin karşılıklı konuşmalarını bile kopuz yardımıyla yaptıklarına en güzel örnek, Dede Korkut’un “Salur Kazan’ı oğlu Uruz’un tutsaklıktan çıkardığı destandır.
          Bu döneme ait en eski Türk karekteri taşıyan eser, Ural dağlarının doğusunda aranmış ve Çingiz Han’ın oğlu Cöçi’nin ölümüne neden olan “aksak kulan” veya “aksak yaban eşeği” adlı eser, en eski kög (yırlamak, Brockelmann’a göre melodi. “er kögledi”: adam kendi kendine yırladı.) kabul edilmiştir. Kazak Türk’lerinin ağıtlarından “kör kızın şarkısı” yani “sokır kız eni” adlı bir yarı ağıt da çok eski karakterde bulunmuştur. Bu ağıtlar, her yeni ölen kişi için, sözleri biraz değiştirilerek söylenirse de, müzik sistemi ve melodileri çok eskilere dayanmaktadır. Eski Türk hakanlarının otağlarında ve ordugahlarında “9 kök” denilen bir müziğin, müzik takımlarınca her gün çalındığı ortaya çıkartılmıştır
Halk müziğimizin yapıtlarından olan destan müziği ve destan müziğinin en önemli eseri Manas destanıdır. Manasçı denilen halk sanatçılarınca ve kerem ile okunan destan, halk müziğini bozulmadan koruyan, özü ve sözü ile zamanımıza getiren bir direktir. Köklerini ve konularını, tarihin derinliklerinden alan tarihi epik (historical epic) tipinde bir destandır. Destanın eski karakterlerini yaşatan söyleyişler, özellikle Kuzey-batı Asya’da yaygın görülür. Müzikal-şiir (musical-poetic art) sanatının en eski örnekleri ise Kırgız-Türk kültür çevresinde bulunmaktadır.
         Kısıtlı sayıdaki kaynaklardan elde edilen bilgiler ışığında, müziğin günlük yaşantının vazgeçilmez unsuru olduğu ortaya çıkmaktadır. Ancak, bu dönemdeki müziğin yazıya dökülmemiş olması, hem nota ve hem de sözlerin günümüze kadar ulaşamamasına neden olmuştur.
Türk’ler kavimler göçüyle, gittikleri yerlere bu müziği taşımışlardır. Gök tanrıya yakarış, kahramanlık, savaş ve döğüşme, doğa bu dönemde işlenen en belirgin konulardır. Üzülerek belirtmem gerekir ki, öz kültürümüz olan halk müziği, SSCB dönemindeki asimile etme çabaları sonucunda, biraz da olsa zarar görmüş, yapay politik sınırlarla, Türk’lerin ilk zamanlarından beri oluşan kültürümüz ve bu kültürün oluştuğu çevre bölünmeye çalışılmıştır.

          11.3.2. İslamiyet Etkisi Altındaki Dönem
M.S.925’lerde batıya yönelen Türk boyları, Karahanlılar’dan başlayarak İslamiyet’i kabul etmeleri ile yaşama şekillerinde ve kültür yapılarında değişimler göstermeye başlamışlardır. Toplum yaşamındaki bu değişikliğin müziğe yansıması da kaçınılmaz olmuştur. Müzik yapılarında bir değişim olmamasına karşın, sözlerde dinin etkisini görmek olağandır. Ancak sözlerde, sert ve katı dindarlığın karşısında hoşgörülüğü, Tanrı sevgisini görmek mümkündür .
Halk müziğinin başlıca türlerinden sayılan Kitap Ölöngü (kitap şarkıları)de, daha çok ilahiler ve Kur’an okumaları ile ilgili müzik ve dizi şekilleridir.
Ozanlar bu dönemde de eski sadeliklerini ve üsluplarını sürdürmüşlerdir. Ortaçağ Avrupa’sında şiir ve müziğin gezgini olan trouver ve troubaduor geleneğine karşıt biçimde soyluları ve zenginleri bu işe sokmamışlar, ancak halktan büyük saygı görmüşlerdir. Soyluluk ve zenginlik, şiirde müzikte kalmıştır. Sazlarını ustalıkla çalmaları yanında Türkçe’yi iyi kullanmaları, halk müziğine unutulmaz eserler kazandırdığı gibi, halk edebiyatına da sayısız eser katmalarını sağlamıştır. Yüzyıllarca usanmadan gezip dolaşan halk ozanlarımız, hem bu müziği yaygınlaştırmışlar, hem de unutulmamalarını sağlamışlardır. Bu yolculukları sırasında gezginin bir tek yoldaşı vardır. Saz.
Her ne kadar ozanların şiirleri elimize ulaşmış ise de, ezgiler yakıldıkları dönemde notaya alınmadığından, unutulan ezgilerin, elimizdekilerden çok olma olasılığı bir hayli yüksektir. Ezgilerin anonim özellik taşıması, halk içinden gelen yaratıcılığın, kuşaktan kuşağa aktarılması, geleneğin güçlendirilmesi anlamını da taşımaktadır.
Bu çağdaki aşıklar halk müziği geleneklerini devam ettirmişlerdir. En önemli aşıklar; Aşık Paşa (1272-1332), hem hece, hem aruz ölçülerini kullanarak divan ve halk şiirinin başlangıçtaki örneklerini yaratmıştır. Divan şiirinde Mevlana’nın, halk şiirinde ise Yunus Emre’nin etkisinde kalmıştır. Türkçe’ye gönülden bağlıdır ve halk dilini savunmuştur.
Doğum Tarihi bilinmeyen, ancak 1404 yılında Halep’te öldürülen Nesimi, ezgilerinde kendine özgü mistik duyuşu, çoşkulu bir şiirsellikle işlemiştir.
Bazı şiirlerinden 1398’de doğduğu, Edirne ve Filibe gibi Balkan diyarlarında gezdiği anlaşılan 15.yy. ozanı Kaygusuz Abdal, gerçek üstü zıtlıklarla, hiciv öğelerine yönelmiştir. Ona göre, “Kelebek buğday ekmiş”, “Sivrisinek buğday biçmeye başlamış”, “Ergene’nin köprüsü susuzluktan bunalmış”tır.
Ölümü 1560-1570 yıllarında olan Pir Sultan Abdal, ezgilerinde ve şiirlerinde, mistik görüşlerini güçlü tekniğiyle birleştirerek, duyarlıklı bir lirizm yaratmıştır.
          Şiirlerinden 3. Murat döneminde (1574-1595) yaşadığı anlaşılan Köroğlu, yalın bir dille gerçekçi bir şiir yaratmıştır.
Doğumu 1606, ölümü 1679 olarak tahmin edilen Karacaoğlan, halk ozanları geleneğinin en ünlü kişiliklerindendir. Şiirlerinin ve ezgilerinin değeriyle sivrilen Karacaoğlan, şiirlerinde genellikle kullandığı 6+5 ve 4+4 ölçülerinin tekdüze uyumuyla yetinmeyerek, ölçüyü belli etmeden zorlayan yeni sesler bulmuştur.
Yaklaşık 1785-1865 yıllarında yaşadığı sanılan Dadaloğlu, toplumsal çelişkileri toksözlü bir deyişle sergilemiş, öte yandan şiirsel incelik ve buluşlardan uzak kalmamıştır.
Erzurum yakınlarındaki bir köyde doğan ve 1860 yılında ölen Emrah, halk şiirinin yenilenen formları içinde değişik bir şiirsel anlatıma yönelmiştir.
Türk anası ninnileri ile uyutmuş kucağındaki bebeğini, bazı analar ise ağıt yakmış kaybolan çocuğunun arkasından.
11.3.3. Bu Günki Dönem
          Kulaktan kulağa, kuşaktan kuşağa iletilerek ve tarih süzgecinden geçerek günümüze kadar ulaşan halk müziği, canlılığını devam ettirmektedir. Bu müziğin kökleşerek gelişmesinde ve yayılmasında, halk ozanlığı geleneğinin büyük bir katkısı vardır. 20.yüzyılın ilk yarısında da bu gelenek sürmüştür. Ancak sosyal yapının değişmesi, köyden kentlere göçler, iletişim araçlarının hızlı gelişimi, geleneksel toplum biçiminden yeni toplum biçimlerine geçiş vb. etkiler, bu geleneği etkilemiştir.
Bu dönemdeki en olumlu gelişme ise, Türk Halk Müziğinin bilimsel olarak incelenmeye başlanması denebilir. Tarihsel süreç içersinde hep var olan halk müziği, halkbilimci ve etnomüzikologlarca daha yeni incelenmeye başlamıştır.
Türk toplumunun yaşamına damgasını vurmuş ve toplumsal yaşama yön vermiş günlük, sosyal, ekonomik, kültürel ve tarihsel olaylar başta olmak üzere, çeşitli gelenek, görenek, inançlar ve benzeri olguları konu edinmesi açısından, Türk Halk Müziği kültürümüzün önemli yapı taşlarındandır. Bu özellikleri ile halk müziğimiz, ilişkili bulunduğu tarih, coğrafya, sosyoloji, psikoloji, edebiyat, folklor, hukuk, felsefe, kültürel antrapoloji, başta olmak üzere, çeşitli bilim dalları açısından incelenmesi ve analizi gerekli bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır.
Halk müziği üzerinde, yukarıda belirtilen özellikler göz önüne alınarak yapılacak bilimsel ve kollektif çalışmalar, Türk toplumunun duygu, düşünce, zevk, estetik ve felsefesi ile genel karakteri hakkında son derece sağlıklı ip uçları verecektir.
Bu nedenlerle geleneksel değerlerden kan alan, çağdaş bir kültür yaratma süreci içinde, halk kültürünün diğer unsurları gibi halk müziğinin de derlenmesi ve araştırılması kaçınılmazdır.
İlk derleme çalışmaları 1925 yılında, İstanbul Belediye Konservatuarı tarafından, her ilin Milli Eğitim Müdürlükleri aracılığıyla başlatılmıştır. Bu derlemeler yöntem açısından sakıncalı bulunduğundan, 1926 da Darülelhan derlemeleri başlamıştır. Türk Ocakları ve Halk Evleri de, derleme çalışmalarında önemli katkılar sağlamıştır. Günümüzde de devam eden derleme çalışmalarına TRT kurumu da katılmış ve büyük bir arşiv kurulmuştur. Bu derleme çalışmalarının en büyük katkısı, unutulmaya yüz tutmuş eserlerin notaya dökülmesi ve gelecek kuşaklara aktarılmasıdır.
Kitle iletişim araçlarının gelişimi, bir yönden olumlu etkiler de sunmuştur. Radyonun kurulması ile türkülerin yayılması hızlanmış, yöresel sanatçıların kendi dil ve çalgıları, diğer yörelerce de tanınmaya başlamıştır. Televizyonun yaygınlaşması ve Türk Halk Müziği programlarının yayınlanması işitsel zenginlik yanında, görsel öğelerin de tanınmasını sağlamıştır. Örneğin, bir yörede yapılan kına gecesinde, hem o yörenin kına gecesi türküleri, hem bu türkünün oynanması ve hem de folklorik değerleri aynı anda tanıtılabilir, öğrenilebilir olmuştur.
Bu dönemin başka bir özelliği de, tek kişilik çalış ve söyleyiş olan ozan geleneği yanında, toplulukların kurulup, kurumsal yapıya da dönüştürülmesidir. 1940 yılında Muzaffer Sarısözen tarafından kurulan halk müziği topluluğu (Yurttan Sesler), ilk olma özelliğini taşımaktadır. İstanbul Belediye Konservatuarı, 1950 yılından bu yana çalışmalarını sürdürmüştür. Akademik olarak ise, 3 Mart 1976 da İTÜ Türk Müziği Devlet konservatuarı eğitime başlamıştır. Günümüzde ise bir çok üniversitenin Türk Halk Müziği bölümü bulunmaktadır. Büyük illerin bir çoğunda, Kültür Bakanlığının halk müziği toplulukları kurulmuştur. Son 3-4 yıl içersinde Türk Halk Müziği’ne artan ilginin nedenlerinin başında, bu kurumsallaşmanın önemli katkısı, yadsınamaz bir gerçekliktir.
Tek seslilik geleneğinin yanında, Türk Halk Müziği’nin çok seslendirilmeye başlaması da, bu dönemin başka özellikleri arasında yerini almıştır. Bu düşünceyi Ziya Gökalp (1876-1924), “Halk Müziğimiz bize birçok melodiler vermiştir. Bunları toplar ve batı müziği kurallarına göre armonize edersek, hem milli, hem de Avrupalı bir müziğe sahip oluruz.”, Atatürk ise, (30.11.1929 günü Alman tarih yazarı Emil Ludwig’le konuşmasında)“Bizim gerçek müziğimiz Anadolu halkından işitilebilir”, (1.11.1934 TBMM’nin açılışında) “Ulusal, ince duyguları, düşünceleri anlatan; yüksek deyişler, söyleyişleri toplamak, onları bir gün önce, genel son müzik kurallarına göre işlemek gerekir. Ancak, bu güzeyde Türk ulusal müziği yükselebilir, evrensel müzikte yerini alabilir” diyerek, düşünsel temellerini atmışlardır. Bu bağlamda bugünkü Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın temeli olan İstanbul’da ki Muzikâyı Hümâyun, 1924 yılında Ankara’ya taşınıp, Riyaseti cumhur Mûsikî Heyeti’ne dönüştürüldü.
Batı armoni kuralları ile halk müziği ezgileri işlendi. Ancak Kemal İlerici, Türk Müziğinin kendi armoni sistemine sahip olduğunu ve bu armoni sistemi ile çok seslendirilebileceğini kanıtladı.(Ancak, sanat müziği ile halk müziği bu sistemde iç içe ele alınmıştır.) Kerem’i ana dizi kabul etti.
Türk Halk Müziği, son zamanlarda pop müzik tarzı ile de işlenmeye başlamıştır. Bu denemelerin hepsi saygı ile karşılanmalı ve gelişmenin ancak böyle olabileceği unutulmamalıdır.
          Dönemin ozan geleneğinin en büyük ismi Aşık Veysel’dir. (1894-1973) Dilindeki sadelik ezgilerine yansımıştır. Türk insanındaki efendiliği, mertliği, ruh inceliğini satırlara dökmüştür. İnsan, yurt, doğa sevgisini şiirlerinde ön plana çıkartmış, toprak sevgisini temel bir öğe olarak kabul etmiştir. Karanlık dünyasının ak düşüncelerini, candan dostu olan sazı ile süslemiştir.
1965 yılında TBMM, “Anadilimize ve Milli Birliğimize yaptığı hizmetlerden dolayı” özel bir kanunla vatani hizmet tertibinden aylık bağlamıştır.
Dünyadaki hiçbir kültürde, kendini bu kadar müziğinde yansıtan toplum yok gibidir. Türk milleti, özünde var olan tüm nitelikleri, tarihsel süreç içinde geliştirip, bozmadan ve koruyarak günümüze aktarabilmiştir. Bundaki en büyük pay halk müziğimizindir, demek yanlış olmayacaktır.
11.4. KLASİK TÜRK MÜZİĞİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ
         Kendi tarihi gelişimi içersinde, saray, tekke ve medreselerden destek görmüş, kısmen de olsa zümre müziği diyebileceğimiz Klasik Türk Müziği’ni, “tarihi süreç içersinde tek sesli olarak gelişen, yenilenen; kendine öz makam, usul ve tekniğe sahip, sesli ve sözlü Türk Sanat türü”dür diye tanımlayabiliriz.
Bugün üzerinde çok tartışılan bir sisteme sahiptir ve yaklaşık adları belli olmayan 600 makamı bulunmaktadır. Hüseyin Sadettin Arel, 498 Klasik Türk Müziği makamının adlarını belirlemiştir. Bugün bunlardan bir çoğunun örneği kalmamıştır. Bir dönem çok tutulan makamlar, bu gün önemlerini yitirmiş kullanılmaz olmuştur.
İzleri, Türklerin gittiği tüm coğrafya da görüldüğü halde, bazı batılı müzikologlarca (Riemann) Arap müziği olarak kabul edilmiştir.
Tarihi gelişimi konusunda da farklı görüşler ortaya atılmış ve İlk Bilimsel, İlk Klasik, Son Klasik ve Yeni Klasik olarak adlandırılan teorik dönemlere ayrıldığını söyleyenler olduğu gibi, Oluşum Dönemi, Gelişim Dönemi, Doruk Dönemi, Değişim Dönemi, Atılım Dönemi, Yeni Dönem diye sınıflandıranlarda vardır. Burada Ercüment Berker’in adlandırdığı ve dönemlere ayırdığı şekliyle inceleyeceğiz. Bu dönemler;
         Hazırlık ve Oluşma Dönemi
         Klasik Öncesi (Preklastik) Dönemi
         Klasik Dönem
         Neo klasik Dönem
         Romantik Dönem
         Reformist Dönem dir.

         Hazırlık ve Oluşma Dönemi
Bu döneme ait bilgilere eski Çin kaynakların da rastlanmıştır. Maurice Courant’ın, eski Çin yazmalarından topladığı metinlere dayanarak, Orta Asya Türklerinin müziğe hizmetlerine ait bilgilere rastlamış, bunların Çin kültür tarihi açısından önemli olduğu kadar, Klasik Türk Müziği tarihi açısından da önemli olduğu vurgulanmıştır.
Bu eserde, Han ve Hun devirlerinnin Türk Hanedanları saraylarında ve hatta Çin haricinde kalan Kaşkar ve Buğara gibi kültür merkezlerinde, İslamiyet’ten önceki müzik kültürünün seviyesini gösteren belgelere yer verilmiştir. Bu sayede Klasik Türk Müziği Tarihini milattan önce ki asırlardan başlatmanın ve Yüksek Orta Asya kültürünün oluşmasında Türklerin oynadığı rolü saptamanın ve yine bu etnografik malzeme sayesinde İslamiyet’ten önce Türk saraylarındaki müzik toplulukları, Türk askeri mızıkası ve bir çok eski Türk sazları hakkında fikir sahibi olmanın mümkün olduğu ileri sürülmüştür.
Ancak zamanımızda önemini sürdüren ananevi Klasik Türk Müziğinin, 10. Yüzyıl da Horasan-Türkistan Türkleri’nin İslamiyet’i kabullerinden sonra, Batı Türkleri’nce geliştirildiği, Türklerin geçtiği ve yerleştiği çevrelerde etkileşimde bulunduğu, ancak diğer müziklerin üzerinde daha kapsamlı etkiler bıraktığı anlaşılmaktadır.
Böylece bize ulaşan Klasik Türk Müziğine ait bilgiler XIII. Yüzyıldan başlamaktadır.
         13. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu’da, Mevlevi tarikatının kurucusu Mevlana Celalettin Rumi (1207-1273) Türk kültür hayatına, etkileri zamanımıza kadar ulaşan hamle kazandırmıştır. Mevleviliğin müziğe önem vermesi ve Mevlana’nın oğlu Sultan Veled’in (1226-1312) güçlü bir besteci olması, bu müziğin verimini, etkinliğini arttırmıştır.
Bu yüzyılda Azeri Türkleri’nden müzikolog ve besteci Urmiyeli Safiyüddin, Türk Müzikolojisinde ilk kaynak olarak kabul edilen Şerefiye isimli eserinde Klasik Türk Müziği sistemini ve esaslarını ortaya koymuştur.
Sir C. Hubert Parrv, Safiyüddin’in fizik ve matematik kurallarıyla açıkladığı Türk dizisini “düşünülmesi bile son derecede mükemmel ses dizisi” olarak değerlendirmiştir.
Klasik Türk Müziğinde elimize ulaşan en eski eserler, Safiyüddin’in Semel usulündeki Nevruz bestesi, Sultan Veled’in Acem Devri denilen Devr-i Kebir usulündeki Acem Peşrevi ve Sengin-Semai usulündeki 3 hanelik Irak Saz Semaisidir.
Derleme Çalışmaları
Cumhuriyet dönemine gelinceye kadar Rauf Yekta ve diğer aydınların yazıları sürmüş ancak hiçbir fiili hareket görülmemiştir.
Türkiye'de Cumhuriyetin kurulmasından sonra benimsenen müzik politikası, halk ezgilerini, yaratılacak yeni Türk müziğinin ana kaynaklarından biri olarak kabul ediyor ve bunların notalarının tespit edilip arşivlen­dikten sonra, müzikologların, halk bilimcilerinin ve bestecilerin incelemesine ve sunulmasına öncelik tanıyordu. Bu amaçla önce müzik öğretmenlerinden, bulundukları yörenin melodilerini notaya alıp, o dönemin tek konservatuarı olan İstanbul Belediye Konservatuarı'na (bugün İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı) göndermeleri istendi. Bir yıl içinde konservatuara ancak yüz dolayında halk ezgisi notasının ulaşması, bunların da güvenilir olmaktan uzak bulunması üzerine, yerinde tespit yöntemi uygulandı.
          Temmuz 1926'da konservatuarın öğretim üyelerinden bir gurup Adana, Gaziantep, Urfa, Niğde, Kayseri ve Sivas illerini kapsayan bir geziye çıktı. Bu.gezi çok verimli geçince, ertesi yıl Konya, Ereğli, Karaman, Alaşehir, Manisa, Ödemiş ve Aydın yörelerinin melodileri derlendi. 1928'deki üçüncü derleme gezisinde İnebolu, Kastamonu, Çankırı, Ankara, Eskişehir, Kütahya ve Bursa; 1929'daki dördüncü gezide de Trabzon, Rize, Gümüşhane, Bayburt, Erzincan, Erzurum, Giresun ve Sinop yörelerinin melodileri notaya alındı. Mahmut RagıpGazimihal, Yusuf Ziya Demircioğlu, Ferruh Arsunar, Muhittin Sadak ve Rauf Yekta'nın katıldıkları bu geziler, bir süre kesintiye uğradı.
1937'de bu defa yeni kurulan Ankara Devlet Konserva­tuarı tarafından tekrar başlatıldı. 1952'ye kadar her yıl düzenlenen bu gezilerin ilk beşine Hasan Ferit Alnar, Necil Kazım Akses, Ulvi Cemal Erkin, Halil Bedii Yönetken, Muzaffer Sarısözen, Arif Etikan, Cevat Memduh Altar, Tahsin Banguoğlu, Rıza Yetişen, Nurullah Taşkıran, Mahmut Ragıp Gazimihal ve Mithat Fenmen; sonraki on geziye Muzaffer Sarısözen, Halil Bedii Yönetken ve Rıza Yetişen katıldı. Bu gezilerin sonucunda, yaklaşık on bin melodi notaya alınarak arşivlendi.
          1964'de kurulan T.R.T. kurumunda derleme gezileri düzenlendi. T.R.T.' nin ilk gezisinde Erzurum, Kars, Erzincan, Van, Hakkari, Diyarbakır, Elazığ, Urfa, Adana, Bitlis, Muş, Bingöl ve Siirt yörelerinin ezgileri banda alındı. 1967'deki ikinci gezide Gaziantep, Burdur, Van, Erzurum, İzmir, Trabzon ve Balıkesir'e yedi ekip gönderildi. 1971'deki son gezideyse, Erzurum ve Kars yörele­rinin aşıklamaları, atışmaları ve davul zurna havaları toplandı. Bütün bu birikime, bireysel derlemelerde eklendi. Günümüzde de süren bireysel katkılarla Türk Halk müziği repertuarı genişlemektedir.
11.5. TÜRK HALK MÜZİĞİ'NİN YAPISI
11.5.1. Ses Sistemi: Türk Halk Müziğimizin en belirgin özelliklerinden biri yerel nitelikli olmasıdır. Yörelere göre farklı nitelikler gösteren Türk Halk Müziğini ve ses sistemini kura1laştırmak çok genelde mümkün olabilir ve genele gidildiğinde Halk Müziğinin yerel ve özel olma niteliğinin tanımlanabilme şansı kalmaz. Müzik eğitiminde ve tanımlamada kolaylık sağlamak amacıyla Sadettin Arel, Suphi Ezgi ve Murat Uzdilek tarafından geliştirilen Türk Müziği ses sisteminden yararlanılmaktadır. Bu sisteme göre diyez (#) 4 komadan bemol (b) 5 komadan oluşmaktadır. Ayrıca halk müziğimizde Muzaffer Sarısözen'den bu yana diyez ve bemol işaretlerinin üzerine koma değerlerini belirlemek üzere rakamlar konulmaktadır.
          En yaygın halk çalgımız olan bağlamada la tonuna göre son yarım yüzyıldan bu yana en çok kullanılan perde düzeni: la, si bemol, si bemol iki koma, si, do, do diyez üç koma, do diyez, re, mi bemol, mi bemol iki koma, mi, fa, fa diyez üç koma, fa diyez, sol, sol diyez, la olmak üzere 17 sesten oluşmaktadır.
Türk Halk Müziğini zengin kılan en önemli özelliği, üslup ya da tavır özelliğidir. Türkünün sesleri kadar, onun söyleniş biçimini belirleyen bu özellikler de önemli rol oynamaktadır. İşte bu özellikler, yöre yöre değişen karakteristik özellikleri belirler. Bazı ezgi ve üslupların çok kesin bir şekilde belli yörelere ait oldukları anlaşılmıştır.

11.5.2.Usul Sistemi: Usul, ölçü yerine kullanılan bir kavramdır. Çünkü usul genel olarak Türk Müziğinde, ölçü yanında bir de tavır ve üslubu belirler. Türk Halk Müziğinde güney doğunun 5/8'lik parçası ile Köroğlu veya Sümmani'nin havasının 5/8'liği, tavır ve üslup olarak da birbirinden ayrılır. Kavramlaşmanın diğer söylenmesi gereken yönü ise, yine bu usullerin ölçü ile değil, belirli adlarla anılmasıdır: Karşılama, Zotlatma, Datdiri, Gakgili gibi adlar hızlı 9'lu vuruşlu usulleri, Metelik, Şıkıldım, Sağma, Zahma gibi adlar, 2 vuruşlu usulleri belirlemektedir.
Türk Halk Müziği usulleri üç bölümde incelenir.
1) Ana usuller ve üçerli şekilleri (2,3 ve 4 birim vuruşlu)
2) Bileşik usu1ler (5,6,7,8,9 birim vuruşlu)
3) Karma usuller (10 ve daha fazla birim vuruşlu)
Usullerle ilgili geniş bilgi, Sarısözen'in Türk Halk Müziği Usulleri kitabının içeriği anlatılırken verilmiştir.
11.5.3. Türler, Şekiller, Biçimler: Türk Halk Müziği ezgileri yapı bakımımdan uzun hava ve kırık hava olmak üzere ikiye ayrılır. Kırık hava; belirli bir dizisi olan ve bu dizi içerisinde belirli bir usulle seyreden ezgileridir. Kırık havalar, anlatım ve söyleniş biçimi gibi çeşitli unsurlara göre ''zeybek'', ''bengi'', ''güvende'', ''bar'', ''horon'' gibi değişik isimler alırlar. Uzun hava; belirli bir dizisi olan ve bu dizi içerisinde belirli seyri bulunup, serbest bir ağızla söylenen ezgileridir. çoğu zaman bir solist ses tarafından söylenmekle beraber, ''gurbet havası'' gibi ezgilerde eşlikli okumaya da rastlarız. Hem yöreden yöreye, hem de okunuş üslubu bakımımdan uzun havalar da ''maya'', ''hoyrat'' ''bozlak'', ''gurbet havası'', ''divan'', ''yol havası'' gibi formlara, biçimlere ayrılırlar. Bunlardan birkaçını açıklayalım:
Mayanın, özel ezgisi yanında, en belirleyici unsuru sözlerdir. Hece ölçüsünün 8+3= 11 kalıbıyla yazılmış, dört dizeli şiirler söylenir. Doğu Anadolu'da yaygın olan bir uzun hava biçimidir. Ayrıca ''cılgalı maya'', ''düz maya'' gibi çeşitleri de vardır. Divan da aruz ölçüsünün ''failatün, failatün, failatün, failün'' kalıbıyla yazılmıştır. Daha sonra halk şiirinin 15'li hece ölçüsü ile söylenen şiirlere de ''divan'' denmeye başlanmıştır. Aruz ölçüsü ile şiir yazan şairlerin şiirlerini ''divan'' adında bir çeşit antolojide toplamalarından dolayı, bu tür yazılmış ve halk arasında da yaygın olarak söylenen parçaların hepsine bugün ''divan'' denmektedir. ''Müstezat'', ''Semai'', ''Kalenderi'' gibi çeşitleri hem şiir biçimi, hem ezgi bakımımdan birbirinden farklı olmasına karşılık, hep divan diye anılmaktadır.
Türk Halk Müziği ezgileri ayrıca sözsüz (çalgısal-enstrümantal) ve sözlü olmak üzere de ikiye ayrılırlar. Sözsüz ezgiler, belirli bir veya birden fazla çalgıya, söz eşliksiz olarak çalman kırık hava veya uzun hava türündeki ezgilerdir. Oyun havalarını, peşrevleri, güreş havalarını ve uzun hava ayaklarını (zemin, yol gösterici ezgi) örnek verebiliriz. Sözlü ezgiler, çalgı eşliği olsun ya da olmasın, halk şiiri tarzında yazılmış sözler aracılığı ile sadece sözle icra edilen ezgilerdir. Sözlü halk ezgilerinin en çok rastlanılan biçimleri ''bentlerden'' sonra, ''bağlantı'' (nakarat, kavuştak, dönderme) denen belirli kalıpların tekrar edildiği biçimlerdir ki; buna ''türkü'' adı verilir. Türküler, genellikle belirli bir konuyu işleyen ve anlam bakımından birbirine bağlı bentlerden meydana gelmiştir .Türkülerin diğer bir yaygın şekli ise ''mani dörtlük'' lerinden oluşan şeklidir. Bu dörtlüklerin arka arkaya kullanımında bir anlam bütünlüğü yoktur. Sonradan bir araya getirilmişlerdir.


11.6. Türkü:
Türki kelimesinden gelişen ve "Türk'e ait" anlamına gelen bu kelime genelde bütün kırık havalar (ritimli ezgiler) için kullanılmaktadır.
 Türkler'in Türkü, Türkmenler'in Türkmani, Varsaklar'ın varsağı adı ile anılan halk şarkılarının adıdır.
Çoğunlukla hece vezni, az olarak aruz vezni ile yazılmışlardır.Yapı olarak en önemli özellikleri, çoğunlukla tek cümleli ve bir bölümlü olmaları, ayrıca bezekli ve sekileme göstermeleridir.
Yine türkülerde genel olarak on zamanlıya kadar usûller kullanılmıştır.
Ayrıca "Türkü" Türk Halk Edebiyatında bir şiir türüdür. Ancak kitabımızda halk müziğindeki "Türkü" kavramı ve türleri üzerinde durulacaktır. Türküler için bugüne kadar yapılan çeşitli sınıflamalar aşağıdaki gibidir.
11.6.1. Sözel türlerine göre türküler:
Buradaki sınıflandırmada esas halk edebiyatındaki türlerin dikkate alınmasıdır. Halk edebiyatı konusunda bu türler; mani, semaî, koşma, hoyrat, kalenderi, destan, nefes, tecnis, satranç gibi formlardır. Şiirsel yapısı mani olan bir türküye mani denmektedir. Bu şekilde diğerleri de adlandırılmaktadır.
11.6.2. Sözel içeriklerine ve ezgilendiriliş amaçlarına göre türküler:
Bu tür sınıflandırmada esas, sözlerin içerdiği konular ve ezgilendiriliş amaçlarına göre olmaktadır.
1-) Ölüm veya doğal afetlerden sonra yakılan ve konulan anlatan türküler ki bunlara Ağıt denir.
2-) Güzellik konularını içerenlere; Güzelleme
3-) Aşk ve sevda konularını anlatanlara; Sevda Türküleri
4-) Kahramanlık ve yiğitlik olaylarını anlatanlara; Yiğitleme veya Koçaklama.
5-) Güldürücü ve komik olayları anlatanlara; Satirik Türküler
6-) Dua içerenlere; Alkış
 7-) Çeşitli meslekleri konu edenlere; İş ve Meslek Türküleri
8-) Eşkıyalarla ilgili konuları anlatanlara; Eşkıya Türküleri
9-) Beddua içerenlere; İlenç veya Kargış
10-) Düğün ve kına törenlerini konu edenlere; Düğün ve Kına Türküleri.
11-) Bebekleri uyutmak için okunanlara; Ninni
12-) Sohbet toplantılarında okunanlara; Sohbet Türküleri
13-) Askerlikle ilgili olanlara; Asker Türküleri
14-) Yolda okunanlara; Yol Türküleri
15-) Çeşitli halk oyunları ile okunanlar, o oyunun adı ile ilgili, Horon veya Bar Türküsü gibi adlandırmalar yapılmaktadır.
11.6.3. Ayaklarına (makamsal yapılarına) göre türküler:
         Bu şekilde adlandırmalar türkünün bilinen ve yaygın bir "Ayak" adı varsa buna göre yapılmaktadır. Örneğin; Kerem Türkü, Garip Türkü, Hüseynî Türkü gibi. Tabii ki bu tip sınıflamalar hiçbir zaman sağlıklı ve doğru olmamakta, yöresel folklorik terimlerin dışına çıkamamaktadır.
11.6.4. Son bir sınıflandırma da yörelerine göre yapılmaktadır:
Örneğin; Aydın türküsü, Konya Türküsü, Doğu Anadolu türküsü, Karadeniz Türküsü gibi.
Yukarıda belirtilen dört ayrı sınıflandırma hiçbir zaman gerçek bir tür sınıflandırması değildir. "Tür" olabilmesi için çeşitli öğeleri bünyesinde toplamış olması gerekmektedir. Oysa yukarıda belirtilen sınıflandırmalar sadece bir veya birkaç özellik gözönüne alınarak yapılmıştır. Bugüne kadar yapılan bu sınıflandırmaları gördükten sonra şimdi Geneleksel Türk Halk Müziği'nde gerçek anlamda "tür"leri inceleyelim.
11.6.4.1. Azeri türküleri:
Bunlarda türü belirleyen en önemli öğeler; Usûl, çalgılar, makam ve ağızdır.
Genelde 6/8 v
e 12/8'lik usûller kullanılır. Tar, garmon ve akordeon'un en önemli çalgıları oluşu, bu türlerde onyedili perde dizgesinin yanısıra, tampere dizgesinin de (Batı müziği sistemi) kullanılmasına sebep olmuştur. Ritm saz olarak koltuk davulu (doli) kullanılmaktadır.
Segah ve Nihavend makamları en çok kullanılan makamlardır. Özellikle segah makamının çok kullanılması nedeni ile GTHM'deki bütün "Sİ" kararlı türkülere, Azeri ayağında türküler denmiştir. Tabii ki çok hatalı bir adlandırmadır.
Kars ve çevresine ait pek çok türkünün Azeri türkülere büyük benzerlik göstermesi coğrafi konum nedeni ile çok doğaldır.

11.6.4.2.Karadeniz Türküleri: Karadeniz türkülerinde, türü belirleyen unsurlar;
usûl, çalgılar, ağız ve bağlamadaki tavırdır. Ayrıca bu türkülerin büyük bir kısmı oyunlara eşlik etmek için okunurlar.
Usûl olarak, 7/16, 7/8, 5/8'lik usûller kullanılmıştır. Tulum, zurna ve Karadeniz kemençesi türün çalgısal özellik gösteren çalgılarıdır. Ayrıca bağlama (Uzun sap, bozuk düzen) yaygın olarak kullanılmakta ve kendine ait Karadeniz tezenesi ile tavır özelliğini göstermektedir. Seslendirmede kullanılan Karadeniz ağzı (şivesi) türün bir diğer özelliğidir.
11.6.4.3.Konya Türküleri
Bu türde, bağlamadaki özel Konya tavrı ve seslendirmede yapılan triller kendini kabul ettirmişlerdir.
11.6.4.4.Rumeli Türküleri
Bu türkülerde, ağız ve bağlamadaki tavır türü belirleyen en önemli öğelerdir. Bu türkülerin de bir kısmı oyunlara eşlik olarak okunur.
Genelde 5/8, 7/8,7/16'lık usûller kullanılmıştır. Seslendirmede yöresel ağız "şive", bağlama ile icrada Trakya tavrı görülür. Kent merkezlerinde bağlamanın yanı sıra, keman, kanun, ud gibi GTSM çalgıları da kullanılmaktadır.
Bulgaristan, Yunanistan ve Yugoslavya'da yaşayan Türkler'in bu türdeki türkülerinin oluşu, asırlarca aynı siyasi topluluk içinde olan insanların kültür birlikteliğinden başka bir şey değildir.
11.6.4.5.Teke Zortlatması (Teke Yöresi Türküleri)
Bu tür adını, Teke yöresi olarak bilinen bölgeden almaktadır. Bölgenin adı, Teke beyliğinden gelmektedir. 1277 yılında Karamanoğlu Mehmet Bey'in izniyle, Teke Paşa bir beylik kurmuş ve bu beyliğe kendi adını vermiştir.
Teke yöresini kapsayan yerler şunlardır; Burdur'un tamamı, Fethiye, Ortaca (Muğla), Acıpayam, Kızılhisar, Honaz (Denizli), Dinar Başmakçı (Afyon), Yalvaç, Şark-i Karaağaç (İsparta), Cevizli, Akseki, Manavgat, Alanya (Antalya)
Türe adını veren "Teke Zortlaması" deyimi ise şuradan gelmektedir: Yörede çok yaygın olarak beslenen keçinin erkeğine teke denmektedir. Bu hayvanların özellikle eşleşme zamanında yaptığı sıçramalar ve hareketler bu türün oyunlarına yansımıştır. Ancak bazı araştırmacılar bu adın, yörenin adından da geldiğini sanmaktadırlar.
 
          Türün en belirgin öğeleri usûl, bağlamadaki çalış tavrı ve oyunlara eşlik olarak okunmasıdır.
9/8'lik usûlün Geleneksel Türk Sanat Müziği'nde Aksak ve Raks Aksağı olarak bilinen şeklinin 9/16'lık türevi teke zortlatmasının en belirgin unsurudur. Muzaffer Sarısözen Teke Yöresinde özellikle İsparta çevresinde kullanılan 9/16'lık usûle "Gakgili havası" dendiğini belirtmiştir. Hamit Çine de, köy kadınlarının, tepsi, tencere kapağı, leğen çalarak teke oyunlarını oynamasına "Dımıdan" dendiğini söylemektedir.
11.7. TÜRKÜLERİN DOĞUŞ VE YAYILIŞLARI
Türküler genellikle bir olay, bir arzu ve bir heyecan üzerine doğarlar. Türküler, başlangıçta sahibi belli ürünlerdir. Ancak zamanla, türkünün asıl sahipleri unutulur ve sonraki nesiller tarafından halkın dilinde dolaşa dolaşa farklı coğrafyalara yayılır. Türküler böylelikle anonimleşirler. Önceleri mahallî hüviyet gösteren türküler, zamanla millî hüviyete bürünürler. Türkülerin anonimleşmesinde, daha ziyade göçler, kervanlar, askerî sevkler, gurbete iş için gidişler, gezgin halk şairlerinin faaliyetleri, yakın zamanlarda basın ve yayın organları rol oynar.
          Yayılma sırasında türkülerin sözlerinde ve ezgilerinde bazı değişiklikler vukua gelir. Kimi zaman bu değişiklikler türküyü tanınmayacak hale getirir; öyle ki, bu eserler karşımıza bir başka türkü olarak dahi çıkabilir. Türkülerin bu derece çeşitlenmesinin asıl sebebi kişilerin kabiliyetleridir. Kaynak şahıslar, ezgilerin yapısında önemli ölçüde değişiklik yapabildiği gibi, bu değişikliği türkülerin sözlerinde de yapabilirler.
Bunun yanında halk hikâyelerinden ve saz şairlerinin şiirlerinden vücut bulmuş türküler de vardır. Sözgelişi; bugün Âşık Garip, Kerem, Köroğlu, Karacaoğlan, Gevherî, Dadaloğlu, Dertli, Ruhsatî ve Emrah'a ait pek çok şiir halkımızın dimağında türkü olarak yaşamaktadır. Aşıklar şiirlerini, çeşitli nağmelerle söylerler. Keza tasnif ettikleri hikâyelerin manzum kısımlarında da aynı yola başvururlar. TRT Repertuarında Kerem, Kesik Kerem, Gevheri gibi âşıkların adıyla geçen türkülerin olması bunun açık delilidir. 

         O yüzden gerek şekil gerekse konu bakımından türkü alanında âşıkların yaptığı katkı küçümsenemeyecek derecededir.
11.8. TÜRKÜLER ÖZELLİKLERİNE GÖRE ÜÇ GRUPTA TOPLANIR:
11.8.1. EZGİLERİNE GÖRE:
a) Usullüler: Genellikle oyun havalarıdır. Konya’da “oturak”, Urfa’da “kırık” denen ezgiler.
b) Usulsüzler: Uzun havalar bu gruba girer. Bozlak, hoyrat, kayabaşı vs...
11.8.2. KONULARINA GÖRE:
İşlenen temalar göz önünde tutularak yapılan türkü sınıflandırmaları sınırlı kalmaktadır.
Ninniler ve çocuk türküleri, doğa üzerine türküler, aşk türküleri, kahramanlık türküleri, askerlik türküleri, tören türküleri, iş türküleri, eşkıya türküleri, acıklı olayları anlatan türküler, gülünç olayları anlatan türküler, karşılıklı türküler, oyun türküleri, ölüm türküleri (ağıtlar).



11.8.3. YAPILARINA GÖRE:
Türküler 5’liden başlayarak 16’lıya kadar hece ölçüsünün her kalıbında vardır. Türkü sözden çok ezgiden etkilenir, yapısını belirleyen de ezgidir. Türkü ezgiye bağlı olarak biçimlenir.
Türkü hece ölçüsünü kullanır ama aruzla söylenmiş bazı nazım biçimleri de ezgilerinden dolayı türkü sayılmaktadır. Bunlar: divan, kalenderi, satranç....
Türkünün tanımı: Sözlü halk geleneğinden oluşan, çağdan çağa ve bölgeden bölgeye içerik ve biçim değişikliklerine uğrayan ama kural olarak her zaman bir ezgiye koşulmuş olarak söylenen şiirlerdir. Yani türküler anonimdir ve ezgiyle belirlenir.
Türkünün tek kaynağı sıradan insanın yani halkın özlemleridir.özlemin kim tarafından duyulduğu önemli olmadığı için türkü yakan adını vermez verse de düşer, zamanla halkın malı olur. Türkülerde toplumsal yan ağır basar. Halkın acısı, sevgisi, tutkuları ve özlemleri türkülerde yankı bulur.
11.9. TÜRK HALK ÇALGILARI
Geçmişten bugüne kadar, ta Çin ortalarından Macaristan ovalarına kadar uzanan bir alanda, binlerce yıl hayatını sürdüren Türk toplumunun, müzik ihtiyacını gidermek için kullandığı, çeşitli karakterde bir çok çalgısı olması tabiidir. Anadolu’da bugün ve yakın zamana kadar kullanılmakta olan çalgıları, yapacağımız listenin daima eksik olacağını unutmamak şartıyla, şöyle sıralayabiliriz:

       11.9.1. Telli Çalgılar:
I. Telli-tezeneli (tezene veya parmakla çalınan) çalgılar.
Meydan, divan sazları
2. Bağlama, bozuk, tambura, çöğür.
3. Cura, bulgarı,
4. Tar, v.b.
II. Telli - yaylı çalgılar:
1.      Kopuz ıklığ
2. Kabak, Rebab (rubbaba), eğit,
3. Karadeniz kemençesi, İstanbul kemençesi v.b.
Meydan sazı; telli çalgılar ailesinin en büyüğüdür. Yanık bir sesi vardır. Gayet sade çalınır. Tok ve mil iniltili bir ses verilir. Bu saz Anadolu’da artık gözdeliğini yetirmiştir. Üçerli, dört grup (on iki) teli vardır.
Divan sazı, meydan sazı görünümünde, biraz küçük üçerli üç gurup teli olan, olgun ve dokunaklı ses veren bir sazdır. Bugün meydan sazının yerini almıştır.
           Bağlama: Halkımızın en çok sevdiği ve elinde bulundurduğu en yaygın çalgıdır, Uzun saplı, ikişerden üç gurup tellidir. Eski bir Türk çalgısı olan, bugün Altay Türkleri arasında yay’la çalınan çeşidi h kullanılan kopuz adlı sazdan türediği biliniyor. Kolca kopuz denilen saz da kopuzun daha uzun saplısı imiş. XV. yüzyıl dan itibaren Türkçe’den bozulma adlarıyla batıda da uzun müddet kullanılmış. Bağlamanın kendine has bir de ses düzeni (akort’u) vardır ki, buna bağlama düzeni denilir. Alt teli sesini la kabul orta tel dört ses pes mi üst tel beş ses re seslerine akort edilir.
Bozuk: Yine bu aileden 80 - 90 cm. boyunda üçerden üç gurup telli bir sazdır. Açık ve berrak bir sesi vardır.
Tambura: Boyca Bozuk kadar olup ikişerden üç gurup teli vardır, Akordu da bozuk sazının akordu gibidir. Yalnız perde bağı bozuğunkinden fazladır (20-22). Tambur gibi çalınmakla beraber, tezene tutan parmaklardan gayrı parmaklarla bütün tellere vurulup ritm tutularak çalındığı görülür.
Çöğür: Belli bir sazın adı değil. Yurdun çeşitli yerlerinde, çeşitli sazlara çöğür denildiği görülmektedir. Güneyde (Adana, Mersin, Gaziantep, Urfa, Diyarbakır) bozuk’a, on iki telli aşık sazlarına çöğür deniliyor.
Cura: Bu ailenin 50-70 cm. boyunda olanıdır. Üzerinde 7-16 perde bulunur. Bağlama veya bozuk düzenlerine akort edilebilir. Burdur yöresinde bağlama düzeniyle akort edilmiş curaların tezene yerine parmakla çaldığını görürüz.
Bulgarı: Güney ve güneybatı Anadolu ile Kayseri yöresinde görülen curaya yakın bir saz. <<Eski Volga boylarında yerleşip Müslümanlığı da kabul etmiş olan bulgar isimli Türk boyundan bazı oymaklar, Kars yoluyla Anadolu’ya inerek Toros’lara komşu bazı yaylalarda konup göçer olmuşlardır. Bulgarı sazının onlardan kalmış olduğu şüphesizdir.>>
Doğu Anadolu ve Azerbaycan’da çalınan bir başka halk sazı da Tar’dır. Göğsü diğer telli sazlarda olduğu gibi ahşap olmayıp deriyle kaplıdır. İkişerden üç gurup teli vardır. Bunlardan başka çalınan ezginin kalın ve güçlü perdelerine akortlanan dem telleri vardır. Tezene ile tambur tarzına yakın bir tarzda çalınır.
İlk çağ medeniyetleri yaylı saz kullanmamışlardır. Yaylı saz Asya’dan Selçuklular vasıtasıyla Anadolu’ya, oradan da Avrupa’ya geçmiştir.
Yaylı sazlarımızın en eskisi kopuz’dur (yaylı kopuz). Iklığ adı verilen bir yaylı sazın geçen yüzyıla kadar doğu Türkleri tarafından kullanıldığı söylenmekte Sazın, yarım Hindistan cevizinin kesik yüzüne gerilmiş bir deri ve üst tarafına takılmış bir kol ile alt tarafına takılmış bir ayaktan ibaret olduğu bildiriliyor. Yaylı kopuzun özel bir ismi olabileceği söylenmektedir.
Kabak: Gövdesi kabak veya hindistan cevizi, göğsü deri, iki veya üç telli olan bir halk çalgısıdır. Güneydoğu konar-göçerleri aynı saza rubbaba (Rebab) diyorlar. Toroslar’da güney Türkmenleri arasında yaygın olan diğer bir yaylı çalgı da eğit’tir.
Kemençe: Orta ve doğu Karadeniz sahilinde yaygın olan yaylı halk çalgısıdır. Üç veya dört telli olur. İstanbul kemençesi armudi şekliyle Karadeniz kemençesinden ayrılır. Bu sazda tellerin yan taraflarına tırnak yüzeyi ile basılır.

11.9.2. Nefesli Çalgılar:
1. Zurna
2. Kaval (dilli, dilsiz)
3. Düdük (dilli, dilsiz)
4. Çığırtma (çırıtma)
5. Sipsi
6. Çifte, tulum-çifte.
7. Mey, balaban.
Tulum-zurna, doğu Karadeniz’in dağlık bölgelerinde çalınan bir çalgıdır. Delinmeden ve bozulmadan çıkarılmış bir koç tulumunun boyun kısmı tıkanır, kollardan birine bir ağızlık diğerine de bir çifte (nefesli halk sazı) takılır. Buradaki çiftenin tuluma göre özel bir yapısı vardır.
Mey, Doğu Anadolu illerimizin (Artvin, Erzurum, Kars, Ağrı, Bayburt v.b.) karakteristik sazıdır. Dilsiz düdüğe benzer. Bir gövde ve ağız tarafına takılan ses çıkarıcı yassı kamış ağızlıktan ibarettir. Sesi mat ve hafiftir. Bu özelliği ile küçük ve kapalı yerlerde zurnanın yerini alır. Hazer doğusu Türkmenleri, Azerbaycan ve Türkistan Müslümanları arasında yaygın olan bir başka saz da ba1n Balaban, mey’den daha uzun olup ona göre daha kaba seslidir.
Nefesli sazlarımızdan en yaygını zurnadır. Kaba, orta ve cura olmak üzere üç boy zurna vardır. Kaval, tek veya birbirine geçen üç parçadan meydana gelen 60-70 cm. uzunluğunda bir nefesli halk çalgısıdır. Dilli veya dilsiz olabilir. Düdük ise 25-30 em. boyunda dilli veya dilsiz olabilen bir çalgıdır.
Çığırtma, (çırıtma), Elazığ yöresinin yakın zamana kadar yaygın bir sazı idi. Kartalın kanat kemiğinden yapılan bu sazın boyu 25 ile 26 cm. kadardır. Ege ve Güneybatı Anadolu’nun yaygın bir halk çalgısı da sipsi’dir. Sipsi, 17-18 cm. boyunda kesilmiş bir su kamışı ile ağzına takılan cuk cuktan ibarettir. Çifte, çığırtma gibi kartalın kanat kemiğinden veya sipsi gibi su kamışından iki borunun birbirine bağlanması ve ağız kısmına bir cuk cuk’un (Sipsi’nin) takılmasıyla meydana getirilmiş bir çalgıdır. Ayrıca çifte de olduğu gibi içinde iki ayrı kanal olan ahşap’tan yapılanı da vardır. Burada bir dizi delikleri bulunan kısım- la asil ezgi çalınırken diğer tarafla da ezgiye dem tutulur.

11.9.3. Vurmalı Çalgılar:
1. Davul (nağara), koltuk davulu
2. Tef, kudüm (daire)
3. Darbuka (deplike, dümbelek, dümbek, küp)
4. Zilli maşa, çarpara, parmak zilleri, kaşık v.b.

Vurmalı sazlarımızın başında gür sesiyle davul gelir. Kaynağı Orta Asya olup Selçuk Türkleriyle Anadolu’ya gelmiş, Osmanlılardan da Avrupa’ya geçmiştir. Davulun ölçüleri çeşitli yörelere göre değişiktir. 25- 30 cm.’den 75-80 cin, kadar değişir. Büyük davulların tokmak ve çomak (Metçik) denilen araçlarla çalınmasına karşılık, Kars yöresinde görülen küçük davullar koltuk altına alınarak parmaklarla çalınır. 5-10 cm. eninde 30-40 cm. çapında bir kasnağın tek tarafına gerilmiş deri ve kasnak üzerinde takılmış çifter zilden oluşan bir başka vurmalı çalgımız da tef’tir. Tef’in daha geniş ve zilsizine Anadolu’da kudüm denir ki, bu da dini müziğimizde yeri olan daireden başka bir çalgı değildir. Anadolu’nun çeşitli yörelerinde darbuka, deplike, dümbelek, dümbek, küp diye adlandırılan bildiğimiz çalgı, madeni veya toprak olabilir.
Zilli maşa, iki, üç kollu bir maşa ve uçlarına takılı zillerden ibarettir. Bir elle tutulup, diğer elin baş parmağı ile diğer parmakları arasına vurularak çalınır. Çarpara, şimşirden kesilmiş kaşık büyüklüğündeki dört tahta parçasından ibarettir. Bunlar birbirine iple veya menteşeyle bağlıdır. Zilli maşa gibi çalınır.

Hiç yorum yok: