HOŞGELDİNİZ

Aradığınız konularda size yardımcı olabildiysem ne mutlu

Bu Blogda Ara

16 Ekim 2010 Cumartesi

Büyünün Evrendeki Varlığı

         Her çağda olduğu gibi günümüzde de, büyü insanların en çok ilgilendiği konulardan birisidir. Büyücüler daima merak edilirler ve onlara ulaşmak isteyen çok sayıda insan vardır. Günümüzün büyücüleri olan psikiyatırlar ve ruhsal danışmanların yaptıkları şey, geçmişin kabile büyücülerinin yaptıklarından pek farklı değildir. Ama aradaki fark resmiyettir yani kurumsallıktır. Büyü doğası gereği bunu yapamamakta ve saklanmayı tercih etmektedir.
Tarihte büyünün ve büyücülerin en popüler olduğu dönem Fransız Devrimi ile beraber giyotinlerin işlemeye başladığı dönemdir. Devrim, her yeri kana bulamasına rağmen, büyücülere dokunmadı aksine etkilerini arttırdı
9.2. Büyücüler evreni
Batı dünyasında doğaüstü olduğunu söyleyen kişilikler yani büyücüler uzun yıllar yaşamaya devam ettiler. Büyücüler, çalışmalarına hiç ara vermeden geleceğe doğru ilerliyorlardı. 19. Yüzyıl´da kahinler ve Maji antik bilgelik çizgisinde sürüyordu.
9.3. Bizim yüzyılımızda büyü
Pozitif bilim çağının başlaması, büyünün gücünü kırmadı. Birçok insan okült yöntemleri kullanarak, bilinmeyen güçleri aradılar, elektrik bunun bir örneğiydi ve hala gizemi çözülmüş değil. Yüzyıl´ın başında majikal görüngüler, fotoğrafı çekilen hayaletler, karanlık salonlarda medyumların çevresinde el ele tutuşarak ruhları bekleyenler. Birçok kişi levitasyon olaylarına tanık oldu, tanıklar hiçbir mekanik hile olmadan havaya yükselen insanları ve cisimleri izlediler. Masa celselerindeki ses darbeleri, ektoplazmalar, durugörüler, hayaletli evler araştırıldı, soruşturuldu. Bazılarına inanıldı ve okült realite keşfedildi. Birçok kişi kuşkuluydu ama reddedilemeyen olaylar vardı ve açıklanamıyordu. Bugün de hala böyle hatta antik inançlara duyulan ilgi ve örgütlenme yüzyılın ilk yarısına göre çok daha büyük oranlarda ve de sürüyor.
9.4. Büyünün bilimsel gerçekliği
Hegel, büyünün tüm zamanlar boyunca toplumun her kesiminde varolduğunu böyler. Okült tarih incelendiğinde, Antik Dünya´da belli bir yere oturmadığı görülür. Büyü, güçlü etkisini insan zekâsı üzerinde daima gösterdi hatta insanlık üzerindeki etkileri çeşitli bilimciler tarafından tartışıldı. Eusebe Salverte, 1809´da "Essay" adlı kıtasında büyüye saygı ile bakıyor ama buna karşın antik toplumlardaki büyücülerin belli hileleri kullandığını yazıyordu. Bilim, araçlar kullanarak sonuçları arıyor ve özgür insan doğanın yanlış gözlemlenmesinden doğan batıl inançlardan kurtulmak istiyordu. Yüzyılın sonunda antropolog Sir James Frazer, benzer bir fikirle ortaya çıktı. Büyü gerçek değildi, Frazer büyünün gerçekliğini reddederken, yararlı sonuçları olduğunu söylerken, sosyal ve bilimsel gelişmeler temel olduğunu vurguluyordu. Modern antropolojide Hubert ve Mauss gibi uzmanlara göre, ilkel büyücüler sahtekârdılar fakat onları izleyenler kendilerinin doğaüstü güçlerle donatılmış olduğuna inandılar ve genel bir destek gördüler. Modern psikolojinin ışığında, bu kuram binlerce yıldan beri doğanın gerçek bilgisini kasıtlı olarak gizleme ve bir azınlık tarafından kullanma fikrinden daha fazla kabul görmektedir. Psikolog Jean Piaget, her insanın altı veya yedi yaşlarına kadar inançların ve alışkanlıkların paylaşıldığı, uzak geçmişin etkilerinin süregeldiği modern bir ilkelliğin geçerli olduğu bir büyü dünyasında yaşadığını öne sürer.
9.5. Peri masalları gerçektir
Büyü hala çok popüler ve yaygındır. Aramızdan bazıları tüm yaşamlarını ve inançlarının tamamını özgür büyü ideolojine bağlamaktadır. Bronislaw Malinowski; "Bu herkesin istediği bir şeydir, rutinlikten ve doğallıktan kaçmak demektir..." diyor ve ekliyor; "Birçok insan için dünya sıkıcı katı ve sınırlıdır ve de cesarete ihtiyaç vardır. Hatta, kötü zamanlardaki kaçınılmaz nedensellik zincirine karşı isyan edilir, doğaüstünün ödülü şans ve iyi talihtir." Toplumumuzdaki astrologlar, falcılar, büyücüler ve medyumlar başarılıdırlar ya da en azından Antik Roma dönemindeki kadar geçerlidirler. Mistik ve gizlemli tarikatlar, onların kitapçılardan taşan yayınları gittikçe artmaktadır. Büyü günümüzde, bilimsel düşüncenin ardına saklanmaktadır. Uygarlıklar inançlarıyla beraber kaybolurlar. Ama insanların arzuları sabittir ve ne olursa olsun kendilerine uygun olanı isterler, bu ebedidir ve bu yüzden de yeni doğan dogmalara ve tüm nedenlere sık sık karşı çıkarlar. Bir peri masalında büyücü fakir bir adama kâğıt yemesini emreder. Böylece sihirli mağaradaki kendi hazinesine ulaşacaktır. Cesaret ve sağlık düşmanların yenilmesi için yeterlidir, seçkin krallar güzel prenseslerle evlenirler. Bütün peri masalları insanın arzularını simgeler ve arzunun bir şekilde mucizevî olarak gerçekleşeceğini anlatırlar.
9.6. İyinin ve Kötünün Paradoksu
Köyün büyücüsünden gerçek bir moral istenir, bunu gerçekleştirmek için büyücü operasyonlar yapar; törenler oluşturur. Herkes bunların etkili olacağını bilir ama daha önce neden karanlık düşünceler içinde olduklarını unuturlar. Batının üst düzey büyüden etkilendiği ve ürettiği düşünceler en iyileridirler. Doğa araştırmacıları yüzyıllardan beri antik filozofların ve büyünün patikalarını çiğnediler. Büyüsel bilgeliğin ardında dünyasal uyumun saklandığına inandılar. Batı dinleri sonunda şunları itiraf ettiler; inançlara temelde isyan edilmişti ve dinsel beklentiler çatlak bir evreni oluşturuyordu. Dünyasal maddeyi ve baştan çıkmayı reddeden inananların tek kazancı sadece ölümden sonraki mutluluktu. Antik büyü sistemleri uyumsuzdur, tam anlamıyla varoluş, iyilik, kötülük, ölüm, yaşam, görünür ve görünmeyen şeyleri kapsamazlar. Her şey, her şeyi kapsar ve her şey birdir. Doğaüstü denen şey, dünyasal oluşumun dışında değildir her objeyi etkiler. İyinin ve kötünün kaynağı aynıdır ve aynı yasalar geçerlidir. Büyü evreni dev bir çarktır ve ekseninde insan vardır. İnsan hareket ettiğinde veya bir şey oynadığında dünya saati durur. Bu tanımlama gerçek bir büyücüyü tanımlamaz. Çünkü her şey kendi içinde uyumlu değildir ama büyücü bunun üstündedir. O dünyasal mekanizmayı idrak etmeye uğraşır, bilge büyücü, gizemin içine girdiğine, maddeyi hareket ettirdiğine, doğaüstü güçlerle yani melekler ve elemental doğa ruhlarıyla ilişkiye girdiğine inanır.
9.7. Kabileden, modern psikolojiye
         Büyücünün yaptıkları mutluluktan ayrılır, ilahiyatta mutluluk burada değildir, sonradır ama büyücü için mutluluk burada yani dünyadadır. Bu tür büyü, mistisizme çok yakındır ve bilimsel araştırmaları uyarır çünkü ilahi düşüncenin bir parçasıdır ve varoluş bilgisinin anlamı doğanın soruşturulmasıdır. Gerçek bilgelik, kaybolmuş yerine kör dinsel inançlara dayanan cehalet ve sahtekârlık gelmiştir. Büyü, deneysel ortamda uyarıcıdır ve geniş anlamda deneyseldir sadece dinlerle ilgili değildir.     
İnancın sınır ötesi şiddet gerektirir ama felsefenin kıvılcımları veya transandantal doktrinler inancı terbiye ettiler, burada büyünün yeri ve etkisi çok önemliydi. Ve eğer çok eskiye giden yolu izlersek, ilkel insana ulaşırız ve burada büyüye inanma nedenlerimiz ve gözlemlerimiz boşa çıkar. İlk büyücüler, kabile üyelerine iyilik ediyorlar ve onların korkularını gideriyorlardı. Bugün birçok kişi aynı şeyi, ruhsal danışmanların ve psikiyatrların önüne yatarak yapıyorlar. Bunun anlamı insanların endişelerini ve gerilimlerini güvenceli bir ortamda gidermektir ve eskilerde bir büyücünün yaptığı da buydu.
9.8. Büyünün Kaderi
Büyü operasyonları bir disiplin gerektirir, güncel yaşamdaki baskılara ve düşmanlıklara karşı insan kendine izin vermeli ve doğaüstü güçlerle düzenli bir ilişki kurmalıdır. İnsanın gerçek büyüden sağlayacağı yarar veya ödül kendi yarattığı sonuçtur ve bu sonuç onun yaşamındaki amaçların bütünüdür. Elbette ki, büyücünün gücü kötü amaçlara da yönelebilir ama yöneten yasa aynıdır yani iyi ve kötü farklı değildir ama yıkıcı amaçlara muhakkak gem vurmak gerekir. Burada büyü, doğal değildir yıkıcıdır, her toplum ve onların liderleri çeşitli şekillerde yok olurlar. Yıkıcı büyü eninde sonunda kendi kaynağını da yok eder, bunun psikolojideki anlamı negatif düşüncelerin yoğunlaşması sonucunda büyücünün işlerinin ve yaşadığı ortamın muhakkak bozulacağıdır. Bu bir yasadır ve etki, benzer etkileri getirir. Büyü düşünceyi uyarır, insanı korkularından kurtarır, dünyayı kontrol etme gücünü takviye eder ve geliştirir. Düşünceyi ama daha da önemlisi hayal gücünü keskinleştirir ve daha yüksek başarıların rüyalarından uyanmamızı engeller. Ama hepsi budur, büyünün doğaötesi yönleri ve uygulamaları gelecek sayılarımızda yer alacak. Fakat unutmayın ki, gerçek bir büyücü ile karşılaşmanız, konuşabilmeniz ve ondan yararlanmanız lotoyu kazanmanızla eş değerdedir. Ama şuna dikkat edebilirsiniz, dinsel inançları kullanan ve yozlaştıran bir büyücü size arzuladığınız yararları sağlayamayacaktır.
9.9. Türk’lerde Büyü
Türklerde büyü İslam öncesine uzanır, ama İslam’dan sonra da, eski İran, Mezopotamya, Mısır ve Anadolu kültürlerinin etkisiyle dinsel yasağa karşın sürmüştür. Türklerin İslam öncesinde genel olarak ‘‘kam’’ adını verdiği büyücüler, gerçekte büyücüden çok şamandı. Kamlar, büyü aracılığıyla iyi ve kötü ruhlarla ilişki kurarlar, gök, güneş, ay, yer, su ata ve ateş kültleri çerçevesinde ayinler düzenlerdi. Ayrıca kâhinlik, falcılık ve hekimlik yaparlardı. 11. yüzyıldan kalma ‘‘Kutadgu Bilig’’de, kamlar otacı denen hekimlerle bir tutulmuş, her derdin bir dermanı ve iyi edecek bir kamı olduğu belirtilmiştir. Yapıtta ‘‘Yel’’ ve ‘‘Şeytan’’ hastalıklarını iyileştiren afsunculardan da söz edilir; bunların okuyup üfleyerek ya da muska hazırlayarak hastaları iyileştirmeleri, İslam’ın benimsenmesinden 150 yıl sonra bile büyünün Türk kültüründeki yerini koruduğunu gösterir. Doğu Türkistan’da yeni Müslüman olmuş kamların büyü amacıyla kullandıkları dualarda Hz. Muhammed’den, büyük meleklerden, evliya ve şeyhlerden söz edilmesi de, din ile büyünün nasıl iç içe geçtiğini ortaya koymaktadır.
Büyücülük İslam öncesi Arap toplumunda da yaygındı. Fal okları atmak, çeşitli biçimlerde taşlar dikmek, yıldızlara bakmak, küçük kareler çizip içlerine harf ya da sayı yazarak büyü yapmak Arapların sık başvurduğu yöntemlerdi. İslam ise büyüyü bir günah sayarak yasakladı.
Anadolu’da ise büyü, yaşamın bir parçası olarak varlığını sürdürmüş, Hıristiyanlık ve eski pagan dinlerin yanı sıra, yerel ve komşu kültürlerin etkisi de köklü bir büyü ve büyücülük geleneğinin gelişmesini sağlamıştır. Anadolu büyülerin de gönül işleri önemli yer tutar. Sevgililer için muhabbet büyüleri ya da soğutmak, ayırmak için büyüler ve erkeğin cinsel gücünü bağlamayı amaçlayan büyüler en yaygın olandır. Ayrıca dil bağlamak, uyku bağlamak, çocuk sahibi olabilmek, hırsızı yakalamak, kaçanın geri gelmesini sağlamak için yapılan büyülerde yaygındır. Bunların dışında, yolculuğa çıkmadan önce yapılan koruyucu büyüler, sevilmeyen kimsenin başına cinleri sarmak ve birinin ağır hastalıklara yakalanması ya da ölmesi için yapılan büyüler vardır.
9.10. Kuran-ı Kerim’de Büyü
         Tuttular da Süleyman mülküne dair şeytanların uydurup izledikleri şeyin ardına düştüler. Hâlbuki Süleyman inkâr edip kâfir olmadı, lakin o şeytanlar kâfirlik ettiler; insanlara sihir öğretiyorlar ve Bâbil'de Harut ve Marut'a, bu iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Hâlbuki o ikisi "biz ancak ve ancak sizi denemek için gönderildik, sakın sihir yapıp da kâfir olmayın!" demeden kimseye birşey öğretmezlerdi. İşte bunlardan karı ile kocanın arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Fakat Allah'ın izni olmadıkça bununla kimseye zarar verebilecek değillerdi. Kendi kendilerine zarar verecek ve bir fayda sağlamayacak bir şey öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu her kim satın alırsa, onu alanın ahirette bir nasibi olmayacağını da çok iyi biliyorlardı. Hakkiyle bilselerdi, uğruna canlarını sattıkları şey ne çirkin bir şeydi.
Allah şöyle diyecektir: "Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene olan nimetimi hatırla! Hani seni Rûhu'l-Kudüs (Cebrâil) ile desteklemiştim. Beşikteyken ve kemâle ermişken insanlarla konuşuyordun. Sana yazıyı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim. İznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yapmış ve ona üflemiştin, o da iznimle kuş olmuştu. Anadan doğma kör olanı ve alaca hastalığına yakalanmış kimseyi iznimle iyileştirmiştin. Ölüleri iznimle (hayata) çıkarmıştın. İsrailoğulları'na âyetlerle geldiğin ve onlardan inkâr edenlerin: "Bu ancak apaçık bir sihirdir" dedikleri zaman seni, onlardan korumuştum.
Eğer sana kâğıtta yazılı bir kitap indirmiş olsak da onu elleriyle tutsalardı, yine de o kâfirler: "Muhakkak ki bu, apaçık bir sihirdir" derlerdi.
Firavun'un kavminden ileri gelenler, "Muhakkak bu çok bilgili bir sihirbazdır." dediler.
Musa, "Siz atın" dedi. Atacaklarını atınca herkesin gözünü büyülediler ve onları dehşete düşürdüler. Doğrusu büyük bir sihir gösterdiler.
İnsanları (eğri yolun sonundan) korkut, inananlara Rableri nezdindeki yüksek makamları müjdele, diye içlerinden bir adama vahyimizi göndermemiz onlara tuhaf mı geldi? Kâfirler: "Hiç şüphesiz bu besbelli bir sihirbaz." dediler.
Musa dedi ki, "Size hak gelince, ona böyle mi diyorsunuz? Bu sihir midir?" Hâlbuki sihirbazlar iflah olmazlar.
Firavun da: "Bana bütün bilgili sihirbazları toplayıp getirin!" dedi.
Onlar ortaya atınca Musa dedi ki, "Sizin yaptığınız şey sihirdir. Muhakkak ki, Allah onu iptal edecektir. Şüphe yok ki, Allah fesatçıların işlerini düze çıkarmaz.
O, öyle bir Allah'tır ki, hanginizin daha güzel amel işleyeceğini imtihan etmek için gökleri ve yeri altı günde yarattı. Arşı da su üstündeydi. Onlara "öldükten sonra tekrar dirileceksiniz" dersen, o kâfirler de kesinlikle sana: " Bu apaçık bir sihirden başka bir şey değildir." diyecekler.
"Gözlerimiz perdelendi, daha doğrusu bize büyü yapılmıştır" derler.
Biz onların, seni dinlerken nasıl dinlediklerini çok iyi biliriz. Birbiriyle fısıldaşırlarken de o zalimlerin: "Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz!" dediklerini biz çok iyi biliriz.
Andolsun biz Musa'ya apaçık dokuz mucize verdik. (Ey Peygamber!) İsrailoğullarına sor, Musa kendilerine geldiğinde Firavun ona: "Ey Musa! Ben senin büyülenmiş olduğunu sanıyorum" demişti.
(Firavun Musa'ya şöyle) dedi: "Ey Musa! Sen sihrinle bizi yerimizden çıkarmak için mi geldin bize?"
"O halde biz de senin sihrin gibi bir sihirle sana geleceğiz (karşına çıkacağız); şimdi bizimle senin aranda bir vakit ve bir buluşma yeri tayin et ki; ne senin, ne bizim caymayacağımız uygun bir yer olsun."
(Sihirbazlar daha sonra Musa ve Harun'u göstererek şöyle) dediler: "Bu ikisi muhakkak sihirbazdır; büyüleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve de örnek dininizi yok etmek istiyorlar."
Musa dedi ki: "Hayır, siz atın." Bir de ne görsün! Onların ipleri ve değnekleri, yaptıkları sihirden ötürü kendisine sanki yürüyorlarmış gibi geldi.
"Sağ elindekini atıver, o, onların yaptıklarını yutar. Çünkü onların yaptıkları ancak bir büyücü tuzağıdır. Büyücü ise, her nerede olursa olsun başarıya ulaşamaz."
Sonunda bütün sihirbazlar secdeye kapandılar, "Musa ile Harun'un Rabbine iman ettik" dediler.
"Doğrusu biz hem günahlarımıza, hem bizi zorladığın sihre karşı, bizi bağışlasın diye, Rabbimize iman ettik. Allah (sevabça senden) daha hayırlı ve (azab verme bakımından da) daha devamlıdır."
"Yahut kendisine bir hazine verilseydi veya besleneceği bir bahçe olsaydı ya!" Bu zalimler, inananlara "Siz sadece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz" dediler.
Firavun çevresinde bulunan ileri gelenlere: "Bu dedi, herhalde çok bilgili bir sihirbaz!"
Sihirbazlar geldiklerinde Firavun'a "Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret vardır, değil mi?" dediler.
Sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.
Firavun (kızgınlık içinde) dedi ki: "Ben size izin vermeden O'na iman ettiniz ha! Anlaşıldı ki o size sihri öğreten büyüğünüzmüş! Ama şimdi bileceksiniz: Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, hepinizi çarmıha gerdireceğim!"
"Sen dediler, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!"
Bu şekilde âyetlerimiz onların gözleri önüne serilince, "Bu apaçık bir sihirdir" dediler.
         Musa onlara apaçık âyetlerimizi getirince, "Bu, olsa olsa uydurulmuş bir sihirdir. Biz önceki atalarımızdan böylesini işitmemiştik" dediler.
         Karşılarında açık deliller halinde âyetlerimiz okunduğu zaman o zalimler: "Bu, başka değil, sırf sizi atalarınızın taptığı tanrılardan men etmek isteyen bir adam." dediler. Ve: "Bu (Kur'ân), başka bir şey değil, sırf uydurulmuş bir iftira" dediler. O kâfirler, hak kendilerine geldiği zaman: "Bu apaçık bir sihirden başka bir şey değil." dediler.
         Ve diyorlar ki: "Bu apaçık büyüden başka bir şey değildir."
         Firavun'a, Hâmân'a ve Karun'a da onlar: "Bu bir sihirbaz, bir yalancıdır" dediler.
         Kendilerine hak geldiği zaman onlar: "Bu bir büyüdür doğrusu biz onu tanımıyoruz." dediler.
          Onlar azâbı görünce: "Ey sihirbaz! Sende olan ahdi hürmetine bizim için Rabbine dua et. Biz gerçekten doğru yola gireceğiz." dediler.
Bizim âyetlerimiz kendilerine apaçık okunduğu zaman inkâr edenler kendilerine gelen hak kitap için: "Bu apaçık bir büyüdür." dediler.
          Firavun ise ordusuyla birlikte yüz çevirmiş, onun hakkında: "Bu bir sihirbazdır, ya da bir delidir." demişti.
          Böylece onlardan öncekilere de herhangi bir peygamber gelince, onun hakkında da mutlaka: "Bir sihirbazdır veya bir delidir." dediler.
          "Bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor musunuz?
          Bir mucize görseler hemen yüz çevirirler ve "süregelen bir büyüdür" derler.
         Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrailoğulları! ben size Allah'ın elçisiyim. Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici olarak (geldim)." demişti. Fakat onlara apaçık delillerle gelince "Bu, apaçık bir büyüdür." dediler.
          "Bu, dedi, başka değil öğretilegelen bir sihirdir."
9.11. Türk Cadıları; Cazılar.
          Anadolu’da, sağlığında üstünden kedi atlamış veya köpek eti yemiş insanların, öldükten sonra hortlayarak cadı olacaklarına inanılmaktadır ANBR 149. Anadolu folklorundan farklı olarak, Doğu Trabzon ve Rize folklorunda cazi/mayisa (Çaykara) motifi, uzaktan gelen korkunç bir yaratık olarak algılanmamaktadır. Köyün içinden herhangi bir kadın cadı olabileceği gibi cadılık eğitimle başkalarına da öğretilebilir. Aynı evdeki tüm kadınların erkeklerinden habersiz cadı olabileceğine dair sayısız hikâye vardır:
“Cazıların ciğer yemesiyle ilgili buralarda eskilerden beri bir hikâye anlatılır: Evin gelini cazıymış. Çocuğun ciğerini çıkartır, yemek için ateşe gömer. Bu arada ateşin başında uykuya kalır. Kaynanası sabah ateşi karıştırırken ateşe gömülü bir şey olduğunu görür iyice karıştırır bakar ki ciğer parçası.
... yiyenin kızı kendi doymuş ta bunu da bana bırakmış, der.
Meğerse kaynana da cazıymış, Ateşte pişmiş ciğeri alır, çekilir bir köşede yer”
Cadılar normal anne babadan doğan erkek veya kadın, sıradan insanlar olup, cadılığı bir başka cadıdan bir öğreti olarak alırlar. Trabzon ve Rize’de kuyruklu, Hopa’da hem üç parmak boyunda kuyruklu, hem de koltukaltlarında sinek kanatlıdır. Efendilerinden başkasına hizmet etmeyen cadıların, tek amacı kötülük ve efendilerinin emirlerine hizmettir.
Yeni doğmuş buzağıların yüreklerini yerler; kundaktaki çocukları boğarlar; kedi, örümcek şekline bürünürler. Cadıların bir görevi de yeni gelinleri telkin yoluyla cadılığa özendirmektir. Laz varyantlarında cadıların üç defa cadı olduğunu itiraf etmesiyle, cadıların suya atıldıklarında batmayacaklarına inanılır.
Tonya’da eve cadı girmesini engellemek için pencere ve kapılara komar dalları asılır (Torul’da kuşburnu dalları) yine de engel olunmayıp 30 Nisan’ı 1 Mayıs’a bağlayan gece eve girerse bütün tahta âşıkların içlerini kazır ve buzağıları öldürürmüş. Torul’da çocukların cadılardan zarar görmemesi için, kollarına kuşburnu dallarından bileklikler takılır. Süt dolu tencereler sıkıca kapatılır ve kaşıklar dolaplara kilitlenerek, cadılar tarafından kirletilmesi engellenir (aynı şekilde Karakoncolos günlerinde kaşıklar karakon-colostan da saklanmaktadır)
Cadılık dürtüsü, geceleyin güçlenir; bazen tek başlarına bazen gruplar halinde evleri dolaşır bazen de Kırım ya da Mısır’a süpürge veya pişmiş kilden küpler üzerinde uçarlar. Hopa’daki cadıların Mısır’a süpürge üzerinde uçup hurma yemeleri örneği dışında dışında nerdeyse tüm varyantlarda cadılığın merkezi Kırım’dır. Kırım cadılarının küpler üzerinde uçup gelerek yaptıkları kötülükler; Mekke’ye giden hacıların getirdiği kabe toprağı sayesinde ya da yerli cadıların rekabeti neticesinde engellenmiştir. Ahırdan gürültüler geldiğini duyan bir kadın, aşağı iner ve o güne kadar görmediği bir kedi görür. Kediyi ensesinden yakaladığı anda kedi komşusu olan yaşlı kadına dönüşür.
Cadılar yanlarında taşıdığı insan pisliğini üstlerine sürerek uçma yeteneği kazanırlar, çalı süpürgelerine ters oturur ve gözlerini kapayınca uçmaya başlarlar; gözlerini açtıklarında istedikleri yere varmışlardır. Eğer uçarken bir dikenliğe düşerlerse mayisalıkları (cadılıkları) yok olur.
Yiğit’in naklettiği muhtemelen Rumcasından çevrilmiş bir mayisa türküsü kaydedilmiştir: “Açıldı bana dağlar/Yaparum fazla yağlar/ Tutarsa bana huyum/Nahır üstünde su-yum/Gıdı Gıdı oğlağum/Mart g...Parmağum/ Mart çıktıda dert gitti/ Koyunum yaza çıktı/ Ahi...hi....hi....hiii..”
Çaykara’da mayisaların hayvanlar ve köylüler yaylada iken 23 Haziran gecesi ahıra gireceklerine inanılır. Bu yüzden mayisanın nahıra girmemesi için tedbir alınır: “23 kirezde, akşam olmadan obayı (yayla evini) 3-7 def’a ayeti kürsi ve 3-7 defa Kulhuvellahu okuyarak bağlarlar. En son ahır kapısını üfleyerek Bismillahirrahmanirrahim deyip bu kapıyı sıvazlayarak kapatır. Obayı bu şekilde bağlayan kimse haneka (süthane) ye girerek sütlerin kaymağını alıp mayısanın faaliyet göstereceği akşamdan önce mutlaka yayıklar. Herhangi bir sebeple kalan bir kaymak olursa üstüne tuz serperler. Diğer taraftan ineklerin kuyruklarına bir iplikle 7 düğüm bağlarlar. Bu düğümlerin içinde kömür ve tuz bulunur. Düğümler bağlanırken kulhuvellahu okunur ya da ma-yisa yakalanmaya çalışılır ‘Mayısayı yakalayacak erkek 70 defa “Allahu Lailahe illallahu velheyyul kayyum” duasını okur ve her defasında kendi üstüne üfler, obasını bağlamaz ve ahır kapısını besmelesiz kapar. Daha önceden hazırladığı bir balık ağı veya 41 iğne ile öldürülerek yüzülen, kurutulan kurbağayı başına koyup ahırın bir köşesinde saklanır. Mayısa; saçları karmakarışık bir hal-de ve hafif bir şekilde ağlayarak ahıra girip bir ineğin altına yanaşır. Bu sırada erkek saklandığı yerden cazunun üzerine atılarak saçlarından tutup onu döğmeye başlar. Mayısayı söyletmek şarttır” ÇF 52.
Hemşin folklorunda cadıların elek ve fileden rahatsız olduklarına inanılır ve bebekler fileye sarılarak uyutulur. Cadılık gücünün yok olması için bizzat cadının üç kere cadı olduğunu itiraf etmesi gerekliyken, Hemşin’de cadının muhatabının cadıya üç defa cadı olduğunu söyletmesi yeterlidir. Cadılar gece yarısı genellikle örümcek biçiminde, kremul’un (ocak zinciri) üzerinden inerek girerler ve bebeğin odasına gelince insan şekline bürünürler. Hemşin’de cadının bir avuç büyülü toprağı annenin üzerine saçarak onun derin uykuya dalmasını sağlayıp arkasından da “egiş” denilen ucu eğri uzunca bir demir çubukla bebeğin ciğerini çıkarıp yediğine inanılırdı
< Farsça câdû > Karadeniz Rumcası cadu (τζιατου)
Trabzon Rumcası cazi, mayisa.
Modern Türkçe cadı “Geceleri dolaşarak insanlara kötülük ettiğine inanılan hortlak” 
Hemşince cadu, Ermenice çaduk DKL 31, Azerice caduger.
9.11.2. Rize’den bir cazı hikâyesi:
Anan yoğ idi. Nenen hiç yoğu idi. Dedenun dedesi daha girmemuşti beşiğe. Var idi, yoğ udi bir Hasanika. Hasanika gezer iken gördü bir armut ağacı. Çıktı armuda başladı yemeğe. Keldi bi Cazi Karisi. Niyeti idi bozuk. Armud'un altından seslendi tatlı bir sesle bağurdu Hasanika’ya:
—Uuuy anan kurban olsun saha. Hasanika oraya ne yapayisun.
— Armut yiyirum.
—At bağa bi armut.
— Atar oğa bi armut. Cazi karisi onu mahsustan tutmaz.
— kitti bayışağa. Kızlar kesulsun saha. İn bi dal aşağa, at bağa bi daha.
— Atar oha bi daha.
— O da gitti bayışağa, in bi dal daha aşağa, at bağa bi dağa Hasanika armut ata ata geler aşağa son dal idur çuruk birden duşer başaşağa. Geçirur baygunluk Cazi karısı tutar Hasa-ka'yı, kor torbasına, alur keturur evine. Kitler oni bir odaya. Cazi karisi evden ay-rılurken kızı Fadime'ye:
—At kazani ustune, hazır uyuyi at Hasanika'yı da içine. Pişir ko dolaba. Geldummi yeruk.
Hasanika uyanmış duymuştur bunu. Lakin kelir duymamazliktan. Fadime atar kazani ustune içine doldurur suyu. Yakar da eteşu. Çağurur Hasanika'yı.
— Hasanika git da bak. Kazanun içine boncuklarım ordamidur?
Hasanika bili ya işi uzaktan bakar kazana. Der Fadime'ye:
— Ben gormedum, sen bi bak onlara. Tam bakar iken Fadime. Vurur oğa bi tekme. Atar oni kazanın içine. Pişirur oni eder kavurma, koyar sahanlara yerleşturur tereklere.
Kelir Cazi Karisi bakar etler tereğe, başlar onlari yemeğe. Yerken da:
- Hasanika'nun etleri cimi cimi butleri. Hasanika'nun etleri cimi cimi butleri.
Hasanika meğer çıkmuş idur çatıya der ordan oğa:
— Fadimenun etleri cimi cimi butleri. Cazi Karisi duyar oni, tükürur yediklerini. Kurar hemencecuk bi plan. Uğraşur çatıdan aşağı indirmeyi oni.
— Uuuy Hasanika oraya nasil çiktun?
— Eskemileri koydum birbiri ustune oyle çiktum.
Oda koyar iskemileri ust uste. Çıkar ustlerine. Çıkar ustlerine da beceremez duşer altına, incitur dizini. Gene seslenur:
— Uuuy Hasanika oraya nasil çiktun?
— Yiğne yine ustune koydum da öyle çiktum. Kodi yiğne yiğne ustune çıkamadi. Geçti yiğneler oğa.
— Uuuy Hasanika oraya nasil çiktun?
 — Kizdurdum bi şiş soktum oni kendume, attı beni buraya.
Cazi Karisi kizdurur bi şi, sokar oni kendine; ceberur kider. Hasanika iner aşağa. Araştirur bulur Cazi'nun hazinelerini. Olur, zencun cazi eğişi is. Ucu kanca şeklinde kıvrılmış demir kanca olup peynir yapımında kullanılmaktaysa da (Bk eğiş) yöre folklorunda, cadılara özgü bir aksesuar olarak yer almaktadır:

“Cazı gece yarısı ocaklıktan iner, kül döküp anneyi uyutur, sonra egişle erkek çocuğunun ciğerini çeker yer”
9.12. Fal
9.12.2. Irk Bitig (ilk Türk fal kitabı)
         Bin Buda civarındaki mabetlerde bulunan Göktürk yazılarıyla yazılmış bu tam ve mükemmel el yazması şimdiye kadar elde edilen yazmaların en dikkat çekici olanıdır. Bulunan diğer yazmalar ise Altun Yaruk ve Sekiz Yükmek tir. Yazma, küçük bir kitap halindedir. Sarı renkli, kuvvetli, kalın ve iyi bir Çin kâğıdı üzerine yazılmıştır. Sayfalarının uzunluğu 13,6 cm, genişliği 8 cm, tabakalarının her biri birbirine dikilmemiş ama tutkal ile yapıştırılmıştır. Bu tutkal o kadar sağlamdır ki, aradan uzun bir zaman geçmiş olmasına rağmen, hala gevşememiştir. Kitap ciltli değildir. Çok fazla okuduğu için sayfa köşeleri ve dış yaprakları oldukça yıpranmış ve kırışmıştır. Kâğıdın çok kaliteli bir cinsten olması kitabın son zamanlara kadar muhafaza edilebilmesini temin etmiştir. Toplam 104 sayfa ve 65 paragraftan ibarettir. Kitabın adı 101. sayfada açıkça Irk Bitig olarak kaydedilmiştir. "Fal Kitabı" anlamına gelmektedir. Bu fal kitabı Doğu Türkistan’da Uygurlar’ın hakim olduğu ve Uygur Edebiyatı’nın parlak devirlerini geçirdiği çağa aittir. Bu bölgede ve Orta Asya’nın diğer bölgelerinde bu şekilde birçok yazma bulunmuştur. Bunların çoğu Budizm’e giren Türklere ait olup çoğunluğu Orhun Alfabesiyle yazılmıştır.
Dikdörtgen çubuğun 4 yüzünden her birine O, OO, OOO, OOOO işaretlerini çizip, bu çubuklardan 3 tanesi yere atıldıktan sonra, gelen işaretlerin karşılığındaki 64 metinden birisi okunur.
[1] OO - OO - OO = "Tensi men. Yarın keçe altun örgin üze olurupan mengilüyer men. Ança bilingler. Edgü ol."
[1] OO - OO - OO = "Tensi ben. Gündüz gece altın taht üzerine oturup mutluyum ben. Böyle biliniz. İyidir o."
[2] OOOO - OOOO - OOOO = "Ala atlıg yol tengri men. Yarın keçe eşür men. Utru eki yalıg kişi oglın sokuşmiş, kişi korkmiş. 'Korkma' timiş. 'Kut birgey men' timiş. Ança bilingler. Edgü ol."
[2] OOOO - OOOO - OOOO = "Alaca atlı yol tanrısı ben. Gündüz gece koştururum (atımla) ben. Güler yüzlü iki insanoğluna denk gelmiş, insanoğulları korkmuş. 'Korkma' demiş. 'Kut vereceğim ben' demiş. Böyle biliniz. İyidir o."
[3] OOO - OOO - OOO = "Altun kanatlıg talım karakuş men. Tanım tüsi takı tükemezken taluyda yatıpan tapladukumin tutar men, sebdükimin yiyür men. Antag küçlüg men. Ança bilingler. Edgü ol."
[3] OOO - OOO - OOO = "Altın kanatlı yırtıcı kartalım ben. Tenimin tüyleri büyümemişken, denizde yatarak dilediğimi tutarım ben, sevdiğimi yerim ben. Ondan güçlüyüm ben. Böyle biliniz. İyidir o."
[4] O - O - O = "Ürüng esri togan kuş men. Çıntan ıgaç üze olurupan mengileyür men. Ança bilingler. Edgü ol."
[4] O - O - O = " Ak benekli doğan kuşum ben. Sandal ağacı üzerinde oturarak mutluyum ben. Böyle biliniz. İyidir o."
          9.12.3. Türk Burçları
Toruk(21-31 Mart): İdare sahibi, lider.
Hımmıy (1-10 Nisan): İdealist, romantik.
Huttus (11–20 Nisan): Adaletli, kıskanç.
Hunta (21–30 Nisan): İnatçı, yaratıcı,
Çolpancı (1-10 Mayıs): Duygu tutsağı, önsezileri güçlü, çocuk ruhlu, sadık.
Kölköl (11–21 Mayıs): Enerji dolu, aşkta şahane, önder, kahraman.
'Gondaray' nostalji sever
Çamay (22–31 Mayıs): Fantezisi zengin, fikir önderi.
Küylü (1–10 Haziran): Gururlu, kaderci, ihaneti kabul etmez.
Kuşmuş (11–21 Haziran): Gösterişçi, eleştirel, mistisizme meraklı.
Sezgek (22–30 Haziran): Mızmız, içine kapanık, intikamcı.
Kuşdüger (1–11 Temmuz): Çocuk ruhlu, dengesiz, kararsız.
Gondaray (12–22 Temmuz): Geçmişe özlem duyan, siyaseti seven.
'Kıllı' iyi yazar
Ötgür (23–31 Temmuz): Zeki, çekici.
Küsümmü (1–12 Ağustos): İyi arkadaş, önderliği seven.
Künlü (13–23 Ağustos): Hassas, gururlu.
Sınçıma (24 Ağustos–1 Eylül): Sanat ve edebiyata yetenekli.
Atçak (2–13 Eylül): Depresyona yatkın, iradeli, gururlu, hassas, gelenekçi.
Kıllı (14–23 Eylül): Otoriter, sabit fikirli, zeki, aşkta utangaç, yazarlığa yatkın.Kaynakwh: Türk burçları.,siz hangi burçsunuz ?
'Batık'lar gaddar olur
Canakkı (24 Eylül-3 Ekim): Nazik, hassas, sorumluluk sahibi, kompleksli, gösterişçi.
Ban (4–12 Ekim): Enerjiktir, hümanisttir, acımaz banlar.
Cemiş (13–23 Ekim): Ahlaklı, filozof.
Batık (24 Ekim–1 Kasım): Özgürlüğüne düşkün, diktatör, gaddar.
Hırtlı (2–12 Kasım): Savaşçı, spora düşkün.
Tutamış (13–22 Kasım): Çapkın, fedakâr.
Uslu (23 Kasım–2 Aralık): Objektif, ilme meraklı.
Kutas (3–12 Aralık): Yetenekli, dengesiz, mistik, anlaşılmaz.
Tusanak (13–21 Aralık): Güçlü, şanslı, emir vermeyi seven.
Tutar (22 Aralık–1 Ocak): Arkadaşı az olur.
Beçel (2–12 Ocak): Kızgın, intikamcı.
Pırsıuay (13–20 Ocak): Tartışmayı seven, sadık, özgür düşünceli. Uzun yaşar.
Balauz (21 Ocak–1 Şubat): Gaddar, deha, önder, müzik ve dansa yetenekli.
Cantay (2–10 Şubat): Estetiğe meraklı, titizKaynakwh: Türk burçları.,siz hangi burçsunuz ?
Ergür (11–18 Şubat): Önder, ufku açık.
Sönegey (18–28 (29) Şubat): Şair, sanatçı, aşk hayatı hareketli.
Cannan (1–9 Mart): Zarif, hüzünlü.
Şatık (10–20 Mart): Huzursuz, sanatçı, depresyona yatkın.

Hiç yorum yok: